KENTLERİN KOLONİZASYONU VE SÜRDÜRÜLEBİLİR KÖLELİK


Tarih : 20 Nisan 2021 Salı 09:37

KENTLERİN KOLONİZASYONU VE SÜRDÜRÜLEBİLİR KÖLELİK

Serdar ERKAN


Daha önceki yazımda değindiğim Mersin’in hem idari ve ekonomik hem de sosyolojisi açısından yazmış olduğum iki “Üç Mersin” yazılarıma gelen olumlu tepkiler ve daha sonraki yaşanan gelişmeler üzerine bu yazıyı yazmamı gerekli oldu.

İŞGAL NEDEN MÜSLÜMAN İNGİLİZ ASKERLERİYLE BAŞLADI?

30 Ekim 1918 Mondros Ateşkes antlaşması ile batı emperyalizmi, kendi aralarında anlaşarak Anadolu’nun çeşitli yerlerini işgal ederek paylaşılmasına hızla başlarlar. Fransa’ya bırakılan Çukurova’nın işgali Mustafa Kemal’in öngördüğü gibi 16 Aralık  1918 günü, savaş gemilerinin Mersin limanı açıklarında toplarını  Mersin limanına çevirmesiyle başlar. Kentin belediye ve devlet yetkililerini taşkınlık yapılmaması için önceden uyarırlar. Fransızlar  işgalin direnişe dönüşmesinden korkmaktadırlar. Bu nedenle Mersin’de ilkişgalin başlatılması taşeronluğunu  Müslüman coğrafyada daha  deneyimli İngilizlere bırakırlar. İngilizler iskeleye ilk olarak hint kökenli müslüman  askerlerini çıkarırlar. Bu arada iskeleye doluşan şaşkınlıkla  halka tüm şirinlikleriyle ilk anda “selamün aleykum” diyerek tanrı selamını verirler. Bu yaklaşım Mersinlilere “Ben seninle aynıyım, benden sana zarar gelmez” subliminal mesajıdır. Bu nedenle halk bu görüntü ve mesajı alır ve tepki göstermez. Yavaş yavaş kritik askeri ve idari binalara dağılırlar ve Mersin merkezi  kontrol altına alırlar. Birkaç ay sonra İngilizler, İşgal karargah ve yönetimlerini tamamıyla Fransızlara bırakırlar ve işgal merkezden Erdemliye, Toroslara ve ve Adana’ya doğru genişlemeye başlar. Kuşkusuz, daha sonra  Fransızların, yerli Ermenilerden oluşan lejyoner askerlerinin halka yaptıkları tepki toplamaya başlar ve yerel direnişler başlar. Fransızlar benzer hataları Antep ve Maraş’ta da yaparlar işgalci Fransız Askerlerinin taşkınlıkları halkın direniş duygularını tetikler.

 TÜRKİYE’NİN VE MERSİN’İN KOLONİZASYONU

SSCB nin çökmesinden sonra 1990 larda İngiliz siyasi lideri Teathcher’ın başını çektiği yeni dünya düzeninin neo (yeni) liberal silahşörleri “küreselleşme” kavramı  ve yeni ekonomik sistemini icat ettiler. Prof. Milton Freidman gibi Neo –liberal ekonomistlere, somut uygulama kurallarını, programını ve adımlarını hazırlattılar. Sonrada, satın aldıkları, akademisyen ve  basın kuruluşları ile  yoğun bir medya bombardımanı ile devletlerin yönetici ve halklarını ikna ettiler. Batı’dan Doğuya, Kuzeyden güneye Türkiye gibi ulus devletleri sisteme yeni Dünya düzenine eklemlendi. Bu sisteme girebilmek için iç hukuk düzenlemelerini kendi Çok Uluslu Şirketlerinin(ÇUŞ) işine gelecek şekilde değiştirmelerini şart koştu. Türkiye’de bu dönüşüm, Derviş yasaları ile gerçekleştirildi. Dünya’da bu süreç 2000’li yılların başlarına kadar tamamlandı. Böylelikle Güney Afrika, Güney Asya ve  Güney Amerika gibi gelişmekte olan ülkelerin olduğu geniş bir coğrafyada, devletin (halkın) olan zengin yeraltı ve yerüstü maden zenginliklerini,  kamu iktisadi Teşebbüslerini (KİT) karlı olan kısımlarıyla, kar etmeyen faaliyetleri önce  birbirinden ayrılarak şirketleştirildi, karlı şirketler ÇUŞ’lara satıldı.Örneğin, Cumhuriyetin karma ekonomisinin planlama ilkeleri doğrultusunda Devlet Demir Yolları (DDY) ile Liman ve Denizcilik İşletmeleri birlikte tek bir devlet kurumuna bağlıydı.  Bu kurum üçe bölündü. Zarar eden DDY devlete bırakıldı. Kar eden limanlar ÇUŞ’lara satıldı. Bu yolla Mersin Limanı’da şimdiki yerli ortaklı ÇUŞ a satıldı. Mersinlilere, liman hantallıktan kurtulacak, daha verimli çalışacak, maliyetler düşecek ihracat artacak, yatırımlar,  üretim ve gelirler artacak, iş ve aş sahibi olup, Mersin zenginleşecek yalanını anlattılar. Bu yalanı Mersinden devşirdikleri kelli felli gazetecilere söyletip MTSO yönetici ve üyelerini de inandırdılar. Ancak bugün bırakın fiyatların düşmesini, tam tersine çok yüksek ücretlerle ihracatçıları bunaltmaktadır. Bununla da kalmayıp, tekel konumunu korumak için, Mersinlilere rağmen, Ankara’da sahip oldukları güçlü ilişkilerle,  ikinci liman yapılmasını kalkınma planından çıkartıp, kendi fiziksel alanını ve işletme faaliyetini genişleten bir şirketle karşı karşıyayız. Üstelik Mersin’in doğal siluetini, sağlığını ve çevresini olumsuz etkilemek pahasına.  Beyrut limanının patlamayla kısıtlanması ve COVİD -19’la artan lojistik faaliyetlerinin getirdiği yüksek kar marjlarını yurt dışına transfer ettiler. Mersinlilere, salgın günlerinde bile hiçbir sosyal sorumluluklarını getirmedikleri gibi, kendi liman alanlarında park ettirmedikleri TIR’ların kent girişinde yarattıkları trafik yükü ve keşmekeşi ile çöplerini yerel idarelerin üstlerine attılar.

LİMANININ GENİŞLETİLMESİNDE GÖREVLİ MÜSLÜMAN LEJYONERLER KİM?

Son Mersin Limanı’nın genişletilmesinde yaşanan gelişmelere bakınca, Mersin Büyükşehir Belediyesinin ve Mersinlilerin itirazlarına rağmen, tekel olan mevcut tekel olan  firmanın lehine avantaj, Mersinlilerin aleyhine dezavantaj yaratacak şekilde yapılan yatırımın yapılması, sanki Mersinin işgal günlerini hatırlatıyor. Tıpkı o günler de olduğu gibi, İngiliz taktiği işlemektedir. Mersin  halkına ve belediyesine rağmen, limanın mevcut firma lehine genişletilmesi için, bu yatırımı, Mersinlilere iş ve aş vaadiyle sempatik göstermeye çalışan, sivil görünümlü “cansiperane” çaba gösteren, bir temenni kararında bile, Mersinlilerin önünde açıklıkla oy kullanmaktan kaçınan bazı
“seçilmiş” sözde milliyetçi -müslüman lejyonerler var.
 
KENTLERİN KOLONİZASYON SÜRECİ BÜYÜKŞEHİR YASASI İLE BAŞLADI

KİT’ler parçalanıp, yutulup, Maden ve petrol yasaları gece yarısı yasaları değiştirilip ÇUŞ’ların talanına açıldı. Ancak, Maden Ocaklarının, siyanürlü altın işleme tesislerinin açılması için ormanların kesilmesi, yerel halkın havasına, suyuna, ağaçlarına, köylerin ortak yaşam alanlarına, otlak ve meralarına zarar verdiği ortaya çıkmaya başladı. Bunun üzerine yerel halk ve köylülerimiz direnmeye başladılar. Hukuki davaları kazanmaya başladılar. Bu gelişmelerin en önemli sembolü Bergama Köylülerinin Altın Madeni İşletmesine direnişleri oldu. Osmanlı döneminden kalma ve cumhuriyetin kuruluş yıllarında köylülerin lehine pekiştirilen “Köy kanunu” ÇUŞ’ların önünde engeldi. 2014 yılında özellikle doğal kaynakları zengin olan büyük kentler öncelikli olarak büyükşehir yasası kapsamına alınarak, köyler mahalle yapıldı. Köy tüzel kişilikleri ortadan kaldırıldı, köylülerin iradesi hukuken devre dışı bırakıldı. Böylelikle, merkezi idarenin köylere müdahalesi kolaylaştı. Köyün ortak malları ve yaşam alanları, köylerin suları, dereleri ve ormanları bu yasa ile talana açıldı.  Mersin’in batısındaki Akkuyu Atom Santralinin bağlı olduğu Büyükeceli Belediyesininde tüzel kişiliği de bu yasa ile  kaldırılarak mahalle yapıldı. O çevrede yaşayanların iradesini devredışı bırakmanın altyapısı bu yasa ile hazırlandı. Böylelikle halk deyişinde olduğu gibi  “Taşlar bağlandı, köpekler serbest bırakıldı”. 


Etiketler :




Yorum Ekle comment Yorumlar (0)

Yapılan yorumlarda IP Bilgileriniz kayıt altına alınmaktadır..!

    YORUM BULUNMUYOR!
 



ANASAYFA
HABER ARŞİVİ


KÜNYE


İLETİŞİM
MASAÜSTÜ GÖRÜNÜM

demokratmersin.com © Copyright 2007-2025 Tüm hakları saklıdır.
İzinsiz ve kaynak gösterilemeden
yayınlanamaz, kopyalanamaz, kullanılamaz.

URA MEDYA