Yusuf Akçura ve ’Türk Devriminin Programı’ | DEMOKRAT MERSİN | Mersin'in Demokrat Gazetesi

 
 
 
21:57  MERCAN’DA BİR İLK: ‘GECE GÖZLEM ETKİNLİĞİ’  21:35  ŞEHITOĞLU, DURAK’A TAM DESTEK VERDI  10:14  HALKIN BAŞKANI SEÇER, MAZBATASINI HALKLA BİRLİKTE ALDI  10:02  MTSO, KENTSEL DÖNÜŞÜM ÇALıŞTAYıNA HAZıRLANıYOR   09:59  ÇAKıR: “DEMOKRASIDE KAYBEDEN OLMAZ”  09:49  “AVUKAT İÇİN DE ADALET!”  09:37  AHMET SERKAN TUNCER, MEZITLI BELEDIYESI’NE İLK ADıMıNı ATTı  09:33  TOROSLAR’ıN YENI BAŞKANı YıLDıZ, MAZBATASıNı ALDı  09:31  BAŞKAN ABDULLAH ÖZYIĞIT, MAZBATASıNı ALDı  09:07  A.VAHAP ŞEHITOĞLU, CHP TOROSLAR BELEDIYE MECLIS ÜYELIĞI’NE SEÇILDI  22:30  ESAT ARSLAN: MOSKOVA SALDıRıSıNıN DÜŞÜNDÜRDÜKLERI  20:37  ABDURRAHMAN YıLDıZ’DAN TEŞEKKÜR MESAJı  20:34  VAHAP SEÇER, REKOR OYLA YENİDEN ‘BAŞKAN’  20:34  YENIŞEHIR YENIDEN ABDULLAH ÖZYIĞIT DEDI  10:22  ÖZBOZKURT VE YEŞILKUŞ’TAN İL EMNIYET MÜDÜRÜ KARABÖRK’E ZIYARET  10:20  KUVAYı MILLIYE RUHU FOTOĞRAFLARLA YENIDEN CANLANDıRıLDı  10:10  MTSO, KENTIN BEKLENTILERINI VAHAP SEÇER’LE PAYLAŞTı  10:00  BAŞKAN SEÇER MUT HALKIYLA BULUŞTU  09:55  BAŞKAN ÖZYIĞIT, “BALıK PAZARı SAYıSıNı ARTTıRACAĞıZ”  09:39  CEZAEVI AVUKAT GÖRÜŞME ODASıNDA YENILEME BAŞLADı 
Yusuf Akçura ve ’Türk Devriminin Programı’

 

Mehmet Ulusoy’un Kaleminden

Yusuf Akçura, Türk Devrimi’nin ve Türk milliyetçiliğinin tartışmasız en önemli kuramcısıdır. Ama ne yazık ki, 1940’lardan sonra gerçekleşen karşıdevrim sürecinde, Kemalizmin devrimci ilkelerinin, onun ideolojik içeriğinin terkedilmesine, unutturulmak istenmesine koşut olarak, Akçura da bilinçli bir şekilde aynı ihanete maruz kalmış ve kenara itilmiştir. Çünkü; ABD ve NATO güdümünde gerçekleşen bu dönemdeki yapay halkçılık-milliyetçilik bölünmesinin bir sonucu olarak devrimci değerler önemli çarpıtmalara, dokubozumuna uğratıldı. Batıcı, sosyal demokrat sol, Akçura ve Gökalp’lerin devrimci milliyetçiliğinin “milliyetçilik” yanını, ülkücü, şeriatçı sağ da halkçı-devrimci (bilimsel, tarihsel materyalist) yanını reddettiler.

Ne zaman ki, 2000’lerden itibaren Türkiye’nin, Türk milletinin bağımsızlık ve bütünlüğü tehlikeye girdi ve milliyetçilik ile halkçı-devrimciliğin birliği yakıcı bir zorunluluk haline geldi, işte o zaman Türk aydını tarihsel köklerine dönmeye, onun gerçek, bilimsel içeriğini yeniden keşfetmeye başladı. Böylece Kemalizmin devrimci içeriği tekrar derinlemesine keşfedilip yorumlanırken Akçura da bütün devrimci, düşünsel, kuramsal birikimiyle yeniden ulusumuzun gündeminde, bilincinde hak ettiği sygın, onurlu yeri almaya başladı.

Kazan doğumlu, 1880’lerde Türkiye’ye gelip yerleşen ve Harbiye öğrencisi olarak Abdülhamit İstibdadına karşı mücadelede aktif bir Jön Türk olarak yer alan Akçura’nın, özellikle pratik hayatı da son derece hareketli, renkli ve öğreticidir. Bu renkliliğinin ve gelişkin, derinlikli siyasi birikiminin gerisindeki önemli bir öge, Rusya’daki -kuzey Türklerindeki- devrimci uyanışın (cedid hareketin) merkezi olan Kazanlı oluşudur. Bu nedenle, Rusya Türklerinin ve Türkiye’deki halkçı Jön Türklerin mücadelelerini ve ne istediklerini çok iyi ve derinden bilmektedir. Ayrıca, Rusya’daki cedidi-yenilikçi hareketin önde gelen ismi Kırımlı Gaspralı da İsmail Akçura’nın eniştesidir; Akçura’yı bir çok yönden etkilemiştir. Dolayısıyla Akçura, 1900’lerin başından 1920’lere, Sovyet ve (1908-19020) Türk devrimleri arasında, birleştirici, koordine edici bir köprü rolü oynamıştır.

AKÇURA, 1902 JÖN TÜRK TARİHİ SAFLAŞMASINDA ETKİN BİR ULUSALCIDIR

Bunu yaparken, hiç kuşkusuz, çağdaş devrimci düşünce, dinamikler ve devrimci enerjinin ulaştığı düzey açısında daha ileri olan Rusya’daki deneyimlerin Türkiye pratiğine doğru bir yorumla taşınmasında çok önemli bir rol oynamıştır. Aradan geçen yüz yıllık sürece rağmen, Ekim Devrimi’nin özgüllüklerini kavrama ve bunu Türkiye’nin toplumsal ve tarihsel gerçekliğinde yorumlama konusunda aciz, yetersiz ve çapsız kalan sosyalistleri düşündüğümüzde, Akçuranın oynadığı bu rolün ne kadar önemli olduğu açıktır.

Akçura’nın gerek Türk Devriminin stratejisini belirleyen kuramsal gücünü, gerekse siyasal kişiliğindeki başarıları göstergesi ikinci bir etken, Paris’te 1899-1903 yıllarında tarih ve siyaset bilimi üzerine aldığı akademik eğitim ve Jön Türkler içinde oynadığı roldür. O, 1897’de öğrenci olduğu Harbiyedeki Abdülhamit’e karşı devrimci faaliyetlerinden dolayı Fizan’a sürgün edilir. Oradan arkadaşı Ahmet Ferit Tek’le birlikte Paris’e kaçar. Bu kaçıştan sonra Paris’te Siyasal Bilimler okulunda tarih ve siyaset üzerine öğrenimini tamamlar.

Avrupa’da kaldığı dört yıllık süreçte sadece eğitimiyle ilgilenmedi Akçura. O dönemde Avrupa’da çok yoğun bir sürgün topluluğunu oluşturan Rus (Bolşevik ve Narodnik) devrimcileriyle sık görüşmeler ve fikir tartışmaları yapar. Bolşevizmden büyük ölçüde etkilenir. Bu etkilenme, özellikle aktif olarak içinde yer aldığı 1905 Devrimi sürecinde daha da derinleşir. Diğer bir önemli olay; 1902’de gerçekleşen, liberallerle ulusalcıların ayrıştığı 1902 Jön Türk kongresine delege olarak katılır. Prens Sabahattinci Batıcı-liberallere karşı Ahmet Rıza’nın önderliğini yaptığı ulusalcı kanatta yer alır ve bu tavrın oluşturulmasında düşünsel ve eylemsel olarak etkin rol oynar.
 
MİSAKI MİLLİ’NİN DÜŞÜNSEL ÖNCÜLERİ: MUSTAFA KEMAL VE AKÇURA

Akçura’nın Türk Devrimi’nin program ve stratejisinin oluşturulmasındaki belirleyici rolünün, demek ki, dünyanın iki büyük devrim merkezi Rusya ve Osmanlıyı çok iyi bilmesi, buralardaki devrimci çevre ve örgütlerle birlikte çalışması ile doğrudan ilişkisi vardır. Ayrıca, o günün koşullarında çağdaş düşünce ve kuramların en yoğun tartışılıp oluşturulduğu Paris ve İsviçre gibi merkezlerde bulunması ve eğitim görmesini de buna eklemek gerekir. Yani Akçura, tıpkı Mustafa Kemal gibi, döneminin dünya çapındaki stratejik saflaşmalarını ve güçler dengesini, buna bağlı olarak Türk Devrimi’nin ve Türk milliyetçiliğinin olanaklarını bilimsel olarak analiz edip değerlendirebilen bir kapasiteye ve kavrayışa sahiptir.

Okulu bitirdikten sonra Akçura, 19803-1904’lerde tekrar Kazan’a döner. 1908’de Abdülhamit devrilene kadar Rusya’dadır; çünkü, Osmanlı topraklarına girememektedir. Akçura burada, Osmanlının çöküşüne ne Osmanlıcılığın ne de İslamcılığın bir seçenek olmayacağını belirterek, Türkçü bir seçeneğin, ulusal bir devrimin kaçınılmazlığını ve zorunluluğunu belirten ünlü “Üç Tarzı Siyaset” makalesini kaleme alır. Stratejik nitelikteki bu önemli makale ancak Mısır’da yayınlatılabilir. Ne büyük bir rastlantı ki, Akçura makalesinde bir anlamda Misakı Milli’yi tarif ederken, aynı günlerde Mustafa Kemal de, Osmanlının çöküşünün ve dağılmasının kaçınılmaz olduğunu görerek Türklerin bir ulusal devlet kurmaları gerektiğini vurgulamakta ve Misakı Milli sınırlarını tarif etmektedir. Aklın yolu birdir; ama çağdaş ve bilimsel akılla bu yol bulunabilirdi.

Çürüyen ve dağılmakta olan bir Osmanlı gerçeğinden çıkış, ancak, Türklerin çoğunlukta ve egemen kültürü oluşturduğu Anadolu ve Rumeli topraklarında bir Türk ulusal devletinin kurulmasıyla ve bütün enerjinin bu hedefe odaklanmasıyla mümkündü. Aynı tarihlerde bu ortak saptamayı yapan iki büyük devrimci lider ve stratejist düşünür, Mustafa Kemal ve Akçura, birbirlerini yakından pek tanımadan daha sonraki bütün süreçlerde, biri eylemde diğeri teoride, her evrede neredeyse birbirine koşut tavırlar içinde yürümüşlerdir.

TÜRK DEVRİMİNİN PROGRAM TEMELLERİ 1908-1925 DÖNEMİNDE ATILDI

Türk Devriminin, yani Kemalist Devrimin programı 1920’lerde birden ortaya çıkmadı. Onun köleri ta 1876’lara inmekle birlikte, özellikle 1908 Jön Türk devrimden 1923’e kadarki ateş çemberindedir; ulusaş kültür, düşünce ve siyasetlerin sınandığı, billurlaştığı, eritilip yeniden döküldüğü ateş potasındadır. Türkçülüğün ve Halkçılığın, “emperyalist milliyetçiliğin” değil “demokratik milliyetçiliğin”; köycülüğün ve toprak reformu zurunluluğunun; “Milli iktisat”ın, devletçiliğin, laikliğin bilinçlere kazındığı fırtınalı, olağanüstü bir süreç!.. Devrimci dinamiklerin düşünsel ve örgütsel olarak şekillendiği bu dönemin ideolojik karargahı Akçura’nın başında olduğu Türk Yurdu ve Türk Ocağı’dır.

Hiç kuşkusuz, Türk Devrimi’nin ulusal ve çağdaşlaşmacı düşünsel temelleri bu Meşrutiyet döneminde atılıp ve tartışıldığı gibi, Akçura ve Gökalp’in öncü roller oynadığı tartışmasızdır. Gerçekte 1914’te başlayan Türk Devriminin içte ve dışta kesin zafere ulaşmasını Şeyh Sait isyanının ezildiği 1925 tarihine kadar uzabiliriz. Akçura’nın, devrimin programına, stratejisine temel oluşturan bütün makaleleri bu dönemde kaleme alınmıştır. Yani, Devrimin programı, hayatın dışında değil, başta emperyalizm olmak üzere, bu on yıllık süreçte, gericilik ve karşıdevrimle şavaş içinde, ateşte sınananrak oluşmuştur proram. Akçura’nın konuyla ilgili makaleleri, daha önce önemli bir kısmı “Siyaset ve İktisat” adı altında kitaplaştırılmış, bazıları da farklı yarlerde yayımlanmıştır. Bununla birlikte, ortak içeriklerine bakıldığında en uygun çerçevenin ya da başlığın “Program” veya “Strateji” odaklı bir başlık olduğu görülür. Nitekim, Kaynak Yayınları, makaleleri “Türk Devriminin Programı” başlığı altında yayımlayarak Türk okurunu çok temel bir konuda aydınlatma görevini yerine getirmiştir.
 
“TÜRK DEVRİMİNİN PROGRAMI” KİTABININ ÖNEMİ

Türk Devriminin programı ve stratejisi derken, kuşkusuz bu içeriği en kapsamlı ve derinlikli veren makale “Çağdaş Türk Devleti ve Aydınlara Düşen Vazife” başlıklı makaledir. Makalenin önemi; Devrimin o güne kadarki başarıları belirtilmekle birlikte, Devrimin daha başında olduğuna, tamamlanmadığına, toplumsal, siyasal, kültürel daha çok büyük görevlerin olduğuna yapılan vurgu ve özellikle aydınlara yüklenen görevdir. Bu bakımdan makale, bir mücadele programı ve stratejisi niteliğindedir. Makalenin, kitabın en başına konmasının nedeni de bu içeriğinden dolayıdır.

Akçura burada, öncelikle devrimin stratejisini, dost ve düşmanlarının tamamen bilimsel bir yöntemle sınıfsal bir analizini yaparken çok önemli bir gerçeğin altını çizmektedir: Ulusal ve çağdaş bir devletin yaşayabilmesi için toprak ağalığının tasfiyesi zorunluluğu. “Çağdaş bir devlet kurabilmek için mutlaka yapılması lazım gelen işlerden birisi ve belki birincisi İslami Doğu’da ve dolayısıyla Türkiye’de toprak ağalığının hukuken ve fiilen kaldırılmasıdır” (s. 29). Bu vurguyla Akçura, uluslaşma ve çağdaşlaşma mücadelesinin temel gücünün, temel dayanağının köylüler ve çiftçiler olduğunun da net olarak altını çizmiş oluyor.

Daha da önemlisi, kitapta, emperyalizm ile toprak ağalığı-dini yobazlık ittifakından oluşan düşman cephesinin toplumsal ekonomik temelleri temizlenmeden Türk Devriminin geleceğinin tehlikede olduğunun önemle vurgulanmasıdır. “Türkiye Cumhuriyeti, çok kısa bir zamanda bu gericilik cephesini mağlup ve kahretmeye mecburdur. Bugün Cumhuriyet’e tarihin yüklediği vazife budur. Cumhuriyet bu vazifesini tamamen başaramazsa, yalnız kendisinin varlığı değil, Türkiye’nin bağımsız hayatı tehlikeye girer” (s. 30).

TÜRK DEVRİMİNDE AYDININ ÖNCÜ ROLÜ

Bütün çağdaş devrimler, birer aydın-öncü hareketidir. Türk Devrimi ise, bu tanıma uyan en çarpıcı ve öğretici devrim modelidir. Aynı zamanda, ulusal ve aydınlanmacı nitelikteki Milli Demokratik Devrimlerin de ortak karakteridir bu. Aydın-öncü niteliğe vurgunun çok önemli bir nedeni, Atatürk’ün ve Akçura’nın da kitapta belirttiği gibi, “Avrupa’da bir kaç asıra yayılmış olan olguların” , deneyimleri -yani Rönesans, dinde Reform, Aydınlanma, Bilimsel Devrim ve Sanayi Devrimi süreçlerinin- “Türkiye’de bir kaç on seneye sıkıştır[ıl]mak icabediyor olması”dır. Türkiye çağdaş devleti az zaman zarfında başarıyla kurulamazsa, fırsatın elden kaçırılmış olmak tehlikesi vardır” (s. 24).

Akçuranın, “Türk Devrimi’nin Programı” kitabındaki saptama ve uyarılarının, bütün bir çağı kucaklayan kapsamlı ve derin bir gerçeği ifade ifade ttiği tartışmasız bir gerçektir. Nitekim yaklaşık yüz yıl sonra bugün bunun önemi çok daha iyi anlaşılmaktadır. Söz konusu devrimci öngörü; bilindiği gibi, toprak reformunun yapılamaması ve ortaçağın tasfiye edilememesi sonucu ve 1945’lerden sonraki “küçük Amerika” sureci ile ve en son bir ABD projesi olan AKP ile ortaçağ güçlerinin tam olarak iktidarı ele geçirmesiyle, acı bir şekilde kanıtlandı.
 
Kemalist Devrimin o kadar köklü ve şiddetli olmasının nedeni, işte yukarıda sözü edilen nesnel zorunluluktandır. Kuşkusuz kısa zamanda sonuç almaya kilitlenen böylesi bir devrimci atılım, ancak yüksek biliçli, fedai ruhlu, donanımlı, öncü bir örgütlenmeye sahip aydınlarla gerçekleştirilebilirdi. İşte, yazının başlığında yer alan “Aydınlara Düşen Görev” bu tarihsel ve toplumsal zorunluluklardan kaynaklanmaktadır. Konu ile ilgili şöyle demektedir Akçura:

“Bazı sınıf, zümre ve şahısların sapkın görüşleri, bugünkü ve gelecekteki vaziyeti iyi kavrayamamaktan kaynaklanıyor. Bunların çoğu, dünyanın ahvaline vakıf değildir. Bu bakımdan belki bir derece mazur görülebilirler. Fakat bugünkü ve yarınki vaziyetleri en iyi anlamış olması ve Türklerin kurtuluşunun ve hayatının ancak Türkiye’nin çağdaş bir devlet halinde şekillenmesiyle mümkün olduğuna tam kanaat getirmiş olması icabeden bir zümrenin, alışılmış tabiriyle aydınların yanlış düşünüp yanlış hareket etmelerine hiç bir özür bulunup gösterilemez” (s. 30).

Şimdi düşünelim ve bir an için bu öngörüyü günümüze taşıyalım. Türkiye’nin bağımsızlığı, bütünlüğü ve bekası için yapıldığı apaçık olan Afrin operasyonuna bazı sözde aydınların “barış ve huzur için” karşı çıkması, Akçuranın yüz yıl önceden gördüğü ve uyardığı, tam da sözkonusu aydın körlüğü ve aymazlığı değil mi? Üstelik yüz yıllık bir deneyimden sonra, Türk milletinin yaşadığı bu ikinci büyük saldırıda aynı hatanın tekrar etmesi, artık aymazlık ve özür kabul etmezlikten ötedir; sonu ihanete giden bir alçalıştır.

EMPERYALİST/GERİCİ MİLLİYETÇİ DEĞİL, DEMOKRATİK/DEVRİMCİ MİLLİYETÇİYİZ

Kitaptaki ikinci önemli metin, Osmanlının (ya da İttihat-Terakki’nin) Birinci Dünya Savaşı’na katılmasının bir zorunluluk olduğunu, yani Osmanlı için savaşın haklı bir savaş bir vatan savunması niteliği taşıdığını vurgulayan “Cihan Harbine Katılışımız ve Geleceğimiz” başlıklı makaledir. 1919’da kaleme alınan bu makalede Akçura, Lenin’in, emperyalizm ve savaşla ilgili kitaplarında teorileştirdiği haklı ve haksız savaş belirlemelerini benimseyen bir tanımlama yapmaktadır. Akçura’ya göre, Özellikle Çanakkale’de ete-kemiğe bürünen bir Türk ulusal bağımsızlık savaşına dönüşen haklı savaşla, emperyalistlerin ve Osmanlı içindeki ve Alman güdümündeki bazı “Turancı”ların peşine takıldığı yayılmacı, saldırgan ve haksız savaş arasında temel bir farklılık vardır.

Bu temel ayrıma bağlı olarak kitapta “emperyalist milliyetçilik” ile “ demokratik milliyetçilik” arasında da çok önemli, kritik bir ayrım olduğunu vurgulanır. “Demokratik milliyetyçilik, hakka dayalı ve sırf savunma amaçlıdır; gasp edilen hakkı almaya ve gasp edilmek istenen hakkı müdafaya çalışır. Emperyalist milliyetçilik ise, saldırı amaçlıdır, diğerlerinin hukukuna bile tecavüzü caiz görerek kendi milliyetini takviyeye çalışır. (...) Efendiler, Türklerin saldırı amaçlı ve emperyalist milliyetçiliği hatadır. Bugün bu sözleri söyleyen, eline kalem aldığı, mektepte, medresede veya böyle serbest bir kürsüde söz söylemeye başladığı andan beri daima demokratik Türkçülüğü müdafaa etmiştir” (s. 39).

Sonuç olarak; Türk milleti, yüz yıl önce verdiği Ulusal Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet Devrimi ile elde ettiği kazanımları küreselci emperyalist saldırıyla tekrar kaybetme ve köleleşme tehlikesiyle karşı karşıya kaldı. Bugün içinde yaşadığımız İkinci Kurtuluş Savaşı ya da Vatan Savaşı ile Cumhuriyetimizi, özgür ve bağımsız geleceğimizi yeniden kazanmak durumundayız. Bütün bu açılardan “Türk Devriminin Programı” kitabı hala bütün tazeliği, öngörü derinliği ve kucaklayıcılığıyla Türkiye devrimcilerine canlı bir eylem klavuzu olmaya devam ediyor.

Aydınlık Gazetesi 



Yorum Ekle comment Yorumlar (0)

Yapılan yorumlarda IP Bilgileriniz kayıt altına alınmaktadır..!

    YORUM BULUNMUYOR!


 
  HIZLI ARA
 
 
 
  HAVA DURUMU
 
..

Mersin Haberleri, Mersin Son Dakika, Mersin Haber, Haberler, Son Dakika, Mersin, Mersin Siyaset



 
 
ANASAYFA İLETİŞİM KÜNYE GİZLİLİK İLKELERİ

 
Siteden yararlanırken gizlilik ilkelerini okumanızı tavsiye ederiz.
demokratmersin.com © Copyright 2007-2024 Tüm hakları saklıdır. İzinsiz ve kaynak gösterilemeden yayınlanamaz, kopyalanamaz, kullanılamaz.

URA MEDYA