Ünlü İngiliz hukukçusunun tarafsız gözüyle Kıbrıs sorunu | DEMOKRAT MERSİN | Mersin'in Demokrat Gazetesi

 
 
 
10:14  HALKIN BAŞKANI SEÇER, MAZBATASINI HALKLA BİRLİKTE ALDI  10:02  MTSO, KENTSEL DÖNÜŞÜM ÇALıŞTAYıNA HAZıRLANıYOR   09:59  ÇAKıR: “DEMOKRASIDE KAYBEDEN OLMAZ”  09:49  “AVUKAT İÇİN DE ADALET!”  09:37  AHMET SERKAN TUNCER, MEZITLI BELEDIYESI’NE İLK ADıMıNı ATTı  09:33  TOROSLAR’ıN YENI BAŞKANı YıLDıZ, MAZBATASıNı ALDı  09:31  BAŞKAN ABDULLAH ÖZYIĞIT, MAZBATASıNı ALDı  09:07  A.VAHAP ŞEHITOĞLU, CHP TOROSLAR BELEDIYE MECLIS ÜYELIĞI’NE SEÇILDI  22:30  ESAT ARSLAN: MOSKOVA SALDıRıSıNıN DÜŞÜNDÜRDÜKLERI  20:37  ABDURRAHMAN YıLDıZ’DAN TEŞEKKÜR MESAJı  20:34  VAHAP SEÇER, REKOR OYLA YENİDEN ‘BAŞKAN’  20:34  YENIŞEHIR YENIDEN ABDULLAH ÖZYIĞIT DEDI  10:22  ÖZBOZKURT VE YEŞILKUŞ’TAN İL EMNIYET MÜDÜRÜ KARABÖRK’E ZIYARET  10:20  KUVAYı MILLIYE RUHU FOTOĞRAFLARLA YENIDEN CANLANDıRıLDı  10:10  MTSO, KENTIN BEKLENTILERINI VAHAP SEÇER’LE PAYLAŞTı  10:00  BAŞKAN SEÇER MUT HALKIYLA BULUŞTU  09:55  BAŞKAN ÖZYIĞIT, “BALıK PAZARı SAYıSıNı ARTTıRACAĞıZ”  09:39  CEZAEVI AVUKAT GÖRÜŞME ODASıNDA YENILEME BAŞLADı  09:35  AVUKATLARA ‘SEÇIM VE SANDıK GÜVENLIĞI EĞITIMI’ VERILDI  09:32  81 BARO: CINSEL ISTISMARA HEP BIRLIKTE DUR DIYELIM 
Ünlü İngiliz hukukçusunun tarafsız gözüyle Kıbrıs sorunu

 

İngiliz hukukçunun tarafsız gözüyle: Kıbrıs sorunu

Kıbrıs Rumları sorunun 1974’te Türk askerlerinin adaya çıkmasıyla başladığını ve çekilirlerse sorunun çözüleceğini iddia ediyor. Bu çok hatalı bir kanıdır, zira Türk askerlerinin adaya çıkışı sonuçtu, sorunun kaynağı değildi.
İngiliz hukukçunun tarafsız gözüyle: Kıbrıs sorunu

Dr. Oliver Barış Bridge / Oxford

Birleşik Krallık’ta yüksek mahkeme avukatı olan Michael Stephen L.L.M. (Latin. Legum Magister, Yüksek Hukuk unvanı anlamına geliyor) aynı zamanda uluslararası avukat ve 1992-97 arasında Birleşik Krallık Parlamentosu’nda Milletvekili, Stanford ve Harvard üniversitelerinde de Uluslararası Hukuk alanında Harkness Fellowship'liği yaptı. Kendisi Birleşik Krallık'ın BM Büyük Elçisine 25. Genel Kurul için Asistan Hukuk Danışmanlığı yapan çok değerli bir hukukçudur. 

Stephen, "The Cyprus Question" isimli önemli bir eser kaleme almıştır. Aşağıdaki yazı Steven’ın Kıbrıs sorununu 2004 yılında İngiliz Parlamentosu, Avam Kamarasında tarafsız bir gözle yorumlamasını içeren arşiv notlarından alınmıştır. Üzerinden yıllar geçmesine karşın konu hala aynı güncelliğini koruması açısından önem taşıyor.

RUMLARIN İNSAN HAKLARI İHLALLERİ
Kıbrıs Cumhuriyeti’nin 1960’ta kuruluşu ile Türkiye’nin 1974’teki müdahalesi arasında neler gerçekleştiğini anlamak tarihsel merak için değil, fakat Kıbrıs Rum Yönetiminin bugünkü siyasi statüsünün ve dünya tarafından tanınmasının haklı olup olmadığını anlamak için önemlidir. Eğer Kıbrıslı Türkler Cumhuriyetin kurumlarından makul nedenlerle çekilmeseydi ve Türk ordusu 1974’te yasal hak ve insani gerekçeler olmadan işgal etseydi dünya Kıbrıslı Rum Yönetimini Kıbrıs’ın hükümeti olarak kabul etmekte haklı olabilirdi belki. Fakat işin aslı çok farklı.

Bu önemli bir soru çünkü Kıbrıs Rum Yönetiminin Kıbrıslı Türklere ticaret, spor ve iletişim alanlarında ambargo uygulayabilmesi dünyanın diğer ülkelerinin ve kurumlarının Kıbrıs Rum Yönetiminin bütün Kıbrıs’ın yasal hükümetiymiş gibi kabul etmesinden kaynaklanıyor.

Eski Birleşik Krallık Başbakanı Sör Alec Douglas-Home anılarında Kıbrıs Rumları Kıbrıs Türklerine insan gibi davranmadıkları takdirde adanın işgaline ve bölünmesine davetiye çıkaracaklarını yazmıştı.

Amerikalı Dışişleri Müsteşarı George Ball’ın anılarına göre Kıbrıs Rumlarının lideri Makarios’un temel hedefi “Türk müdahalesini engelleyerek kendisinin ve diğer Kıbrıslı Rumların Kıbrıslı Türkleri rahatça katletmeye devam etmekti. Tabii ki de buna hiçbir zaman izin veremezdik.” Fakat hakikat ne ABD, ne Birleşik Krallık, ne BM, ne da başkaları, Türkler hariç, bunun engellenmesi için etkili eylemlerde bulunmadı.

Kıbrıs sorununun en dikkat çekici özelliği Kıbrıslı Rumların resmi uluslararası anlaşmaları tanımamaları ve Kıbrıslı Türklerin insan haklarını muazzam ölçülerde ihlal etmelerine rağmen oldukça şaşırtıcı bir halkla ilişkiler ustalığıyla Kıbrıs’ın hükümeti olarak tanınmayı ve dünyayı Türklerin değil kendilerinin haklarının yendiğine inandırmış olmalarıdır. Bunun sonucu olarak Birleşmiş Milletler ve başka uluslararası kuruluşlardan tek taraflı resmi kararlar ve mahkeme kararları elde ederek Kıbrıslı Türklere ciddi zararlar veren ve onları uluslararası iletişim ve ticaret alanlarında felç eden bir ambargo uygulamayı başarmışlardır.

Kırk yılı aşkın bir süredir Kıbrıs Türkleri ve hükümetleri uluslararası ilişkilerin en zorlu sorunlarından biriyle karşı karşıyalar: Gerçekleri hatalı bir şekilde anlamış ve yıllar boyunca bu yanlış anlayışa sarılmış bir dünyanın fikrini değiştirmek.

TÜRK ASKERİNİN ADAYA ÇIKIŞI SONUÇTU
Kıbrıs Rumları sorunun 1974’te Türk askerlerinin adaya çıkmasıyla başladığını ve çekilirlerse sorunun çözüleceğini iddia ediyorlar. Bu çok hatalı bir kanıdır, zira Türk askerlerinin adaya çıkışı sonuçtu, sorunun kaynağı değildi. Dahası, 1974’te iki askeri operasyon oldu; birinci Yunanistan ve Kıbrıs Rumları tarafından yapıldı ve ikinci olan Türkiye’nin operasyonuna neden oldu.
 
Kıbrıs Rum gazeteci Aleccos Constantinides’e göre Kıbrıs Rum siyasi partileri DIKO ve EDEK “Kıbrıs sorunu 1974’te başlamış ve bitmiş gibi davranıyorlar. Önceden olan darbelerden bahsetmiyorlar. İlk darbe 1974’te değil, (1960’ta) bağımsızlığımızı kazandıktan sadece birkaç yıl sonra oldu. İlk darbe olmasaydı 1974’teki de olmazdı.” 

Başka bir Kıbrıs Rum gazeteci Stavros Angelides 16 Eylül 1990’da Fileleftheros’ta şöyle yazdı: “Her geçen günle Kıbrıs Rumları olarak bizler Kıbrıs’ın bugünkü durumuna getiren olayları unutuyoruz veya bilerek ihmal ediyoruz. Kendi hatalarımızı unutuyoruz ve başkalarına daha da ısrarla bizi kendi anladığımız şekliyle hak ve hukuka kavuşturmalarını istiyoruz. Genellemeler ve yuvarlak laflarla BM Kararları hakkında konuşuyoruz ve sadece bizim lehimize olanları. Diğerleri, 649 Sayılı Karar gibi, adil değil – onları istemiyoruz – cehenneme kadar yolları var.”

Zürih ve Londra’daki bağımsızlık müzakereleri uzun ve zordu, ama 1960’ta İngiltere, Yunanistan, Türkiye, Kıbrıs Türkleri ve Kıbrıs Rumları arasında uzlaşı ile anlaşmaya varıldı. Yeni Kıbrıs Cumhuriyeti tekil bir toprak bütünlüğüne sahip iki toplumlu bir Cumhuriyet olacaktı ve Kıbrıs Rum ve Türklerinin siyasi ortaklığını bünyesinde bulunduran özgün Anayasası Kıbrıs’ın başka herhangi bir ülke ile siyasi veya ekonomik birleşmesini yasaklıyordu.

İki toplumlu yapı Kıbrıs Cumhuriyeti’nin 1960’ta bağımsızlık kazanmasının ve uluslararası alanda egemen devlet olarak tanınmasının temelinde yatıyordu. Buna göre Kıbrıs Cumhuriyeti hiçbir zaman azınlıklara ve çoğunluklara sahip üniter devlet yapısına sahip olmadı. Kıbrıs’ın iki halkı siyasi eşitlerdi ve her ikisi de siyasi varlıklardı, tıpkı Avrupa Birliği çatısı altında küçüklü büyüklü farklı devletler olduğu gibi. Ancak, aynı anayasal haklara sahip değildiler çünkü yapılan anlaşmalar Rum sayısının Türk sayısından yüksek olduğunu göz önünde bulunduruyordu.

BM Genel Sekreteri Annan Kıbrıs Planında “Kıbrıs Türklerinin ve Rumlarının arasındaki ilişki azınlık ve çoğunluk ilişkisi değil, bir tarafın diğeri üzerinde yetki ve yargı üstünlüğü kuramayacağı siyasi eşitlik” olduğunu onayladı.

Kıbrıs Türkleri, anlaşmayı kendilerini uygulayamayacaklarını bildikleri için, Kıbrıs Rumları gerektiği takdirde Türkiye’nin askeri birliklerle müdahale etmesine olanak tanıyan Garantörlük Anlaşmasını kabul etmeseydi 1960 Cumhuriyetine hiçbir şekilde katılmazlardı. Anlaşmaya katılan ülkeler Birleşik Krallık, Türkiye, Yunanistan ve Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kendisiydi. Kıbrıs Türkleri Yunan hegemonyasında Girit’teki Türklere yapılanları görmüşlerdi ve Türkiye’nin askeri garantisi olmadığı takdirde Kıbrıs kendilerine bir gelecek olmadığını biliyorlardı.

RUMLARIN ANAYASAYA UYMA NİYETLERİ YOKTU
Müzakerelerin sonuçlanması üzerine Kıbrıs Rumlarının lideri başpiskopos Makarios “Yürekten iyi dileklerimi Kıbrıs’ın Rumlarına ve Türklerine iletmek istiyorum; varılan anlaşmayı sevinçle selamlıyorum ve tüm özgüvenimle bugünü ülkemiz için yeni bir kalkınma ve refah döneminin başlangıcı ilan ediyorum” dedi. Ama kısa süre sonra Kıbrıs Rumlarının Anayasaya uyma niyetinde olmadıkları ve Kıbrıs Türkleriyle 1960’ta anlaşmaya katılmalarının aldatıcı olduğu ortaya çıktı. 28 Temmuz 1960’ta Cumhurbaşkanı Makarios “anlaşmalar hedefimizi oluşturmuyor – bugünün koşulları, geleceğin değil. Kıbrıs Rum halkı milli davalarına devam edeceklerdir ve geleceklerini KENDİ iradelerine göre şekillendireceklerdir” demişti.

4 Eylül 1962’de Panayia’da bir beyanatında Makarios “Helenizm’in korkunç düşmanı olan Türk ırkının bir parçasını oluşturan bu Türk toplumu adadan kovulmadan EOKA’nın kahramanlarının görevinin sonlandığı düşünülemez” dedi. 

Bundan daha kindar ve ırkçı bir siyaset hayal etmek güçtür. Bu aynı zamanda yayılımcı bir Yunan siyasetidir – on iki yıl sonra durdurmak için müdahale ettiği zaman Kıbrıs Rumlarının Türkiye’yi yapmakla suçladıkları şey.
 
George Ball, Makarios’u tanımlarken Adlai Stevenson’ı alıntılıyor: “Dini liderlik sahte sofuluğu altında satılıklığını saklayan ahlaksız, güvenilmez bir entrikacı.” Bunun üstüne “Adlai’yi tanıdığım sürede herhangi biri hakkında bu kadar öfkeli konuştuğunu duymadım” diye ekliyor.

Kıbrıs Anayasasının 173’üncü maddesi Kıbrıs Türklerine büyük beş şehirde ayrı belediyeler sağlıyor. Kıbrıs Rumları bu zorunlu koşula uymayı reddetti ve uymalarını teşvik etmek için Kıbrıs Türkleri hükümetin bazı vergi tasarılarına oy vermeyeceklerini söylediler. Kıbrıs Rumları uzlaşmamaya devam ettiler, bunun üzerine Kıbrıs Türkleri konuyu Kıbrıs Anayasa Mahkemesine taşıdılar. Mahkeme bir Türk hakim, bir Rum hakim ve bir tarafsız başkan tarafından oluşmaktaydı.

Şubat 1963’te Başpiskopos Makarios Kıbrıs Rumları adına mahkeme aleyhlerinde karar verirse kararı yok sayacaklarını ilan etti. Nitekim 25 Nisan 1963’te mahkeme aleyhlerinde karar verdiğinde kararı yok saydılar. Mahkeme Başkanı (bir Alman vatandaşı) istifa etti ve Kıbrıs’ta hukukun üstünlüğü son buldu.

Kasım 1963’te Kıbrıs Rumları daha da ileri gittiler ve 1960 anlaşmasında Kıbrıs Türklerinin haklarını koruyan sekiz temel maddenin lağvedilmesini talep ettiler. Hedefleri Kıbrıs Türk halkını bir azınlık statüsüne indirgeterek Kıbrıs Rumlarının kontrolü altına almak ve sonuç itibariyle adadan ihraç etmekti. Kıbrıs Rumları bu hedef amacına yazılı bir plan hazırlamışlardı: Akritas Planı.

Daha sonra Kıbrıs Rum Cumhurbaşkanı olan Glafkos Klerides, anılarını dört ciltlik bir kitap serisi olarak yayımladı (Cyprus – My Deposition). Burada anayasal değişikliklere hiçbir zaman gerek olmadığını itiraf ediyor. Kleridis’e göre “Makarios, Kıbrıs’ın iki toplumlu devletinin başındayken, bazı anayasal hükümlerin uygulanamaz olduğunu bahane ederek Zürih ve Londra anlaşmalarında Türk toplumuna tanınan hakları adım adım, tek taraflı olarak feshederek onları bir azınlık statüsüne indirgemeye karar vermişti.”

Söyle devam ediyor: “1960-63 arasındaki dönemin dürüst, propagandadan sıyrılmış bir değerlendirmesi, anayasal bir değişikliğe gidilmesine herhangi bir gerekçe olmadığı sonucunu gösterecektir.” Buna rağmen, Klerides’e göre Makarios “anayasal değişikliklerden aşağı bütün pratik çözümleri reddediyordu.”

Klerides “her iki toplumunda karşılıklı olarak birbirinin bağımsızlığa ne kadar sahip çıkacaklarını sorguladığı o hassas 1960-63 ortamı uygulanamaz olduğu gerekçesiyle anayasal değişikliklerin yapılmasını istemek için uygun bir ortam değildi, hele ki herhangi bir uygulanamazlık daha saptanmamış iken” diye itiraf ediyor. Kıbrıs Rumları anayasal değişiklerin kaçınılmaz olduğunu çünkü Kıbrıs Türklerinin veto haklarını suiistimal ettiklerini savunuyorlar, ama Klerides’e göre “Veto hakları ne Cumhurbaşkanı ne de Başkan Vekili tarafından Meclisin herhangi bir yasası veya kararında kullanılmamıştı.”

Ayrıca “Bakanlar Kurulu kararlarının ve Meclisin yasalarının ilan edilmesinde herhangi bir zorluk yaşanmamıştı” diyor. Klerides devam ediyor: “Eğer Kıbrıs Türkleri haklarını fesheden ‘Anayasaya yapılan tek taraflı düzenlemelere’ karşı çıkarsalar, İçişleri Bakanlığı kuvvetleri ‘ayaklanmayı bastırmak için’ güç kullanacaktır. Tuğgeneral George Karayiannis (o gün Kıbrıs Ordusunun başındaki anakara Yunan Ordu Subayı) 13 Haziran 1965’te bir Atina gazetesi olan Ethnikos Kiryx’e ‘Cumhurbaşkanı Makarios 1) Kıbrıs Rumlarını savaşa hazırlamaya ve silahlandırma ve 2) [Kıbrıs Türkü] Cumhurbaşkanı Vekilinin veto hakkının kaldırılmasını da içeren Anayasa revizyonunu devam etme kararlarını aldı’ dedi.”

“Kıbrıs Türkleri anayasa değişikliklerine karşı çıktıklarında Makarios planını hayata geçirdi ve Kıbrıs Rumlarının saldırısı Aralık 1963’te başladı” (Tuğgeneral Karayiannis). Tuğgeneral Kıbrıs Türklerinin yok edilmesi ve Kıbrıs’ın Yunanistan’a katılmasının ayrıntılı tasarısı olan “Akritas” planından bahsediyordu. 14 sayfa, 4 bölüm olarak devam eden parlamento raporunun birinci bölümü burada bitiyor…

DEVAM EDECEK

Ünlü İngiliz hukukçusunun tarafsız gözüyle Kıbrıs sorunu-2

28 Aralık 

7 Ağustos 1964’te Rumlar Türk köylerine saldırdılar. 8-9 Ağustos’ta altmış dört Türk jeti Kıbrıs Rum köylerinin üstünde uçuş yaptı. Rumlar sonunda çekildiler, ancak uyarı uçuşları olmasaydı çok az Kıbrıs Türkü kurtulabilirdi. Hayatların Türk Hava Kuvvetleri kurtardı, Birleşmiş Milletler değil.
Ünlü İngiliz hukukçusunun tarafsız gözüyle Kıbrıs sorunu-2

Dr. Oliver Barış Bridge / Oxford

"The Cyprus Question” kitabının yazarı olan Michael Stephen İngiltere’de yüksek mahkeme avukatı. Stephen, 1963 Noel'inde Rumların Türklere saldırılarını şöyle anlatıyor: 

1963 Noel’inde Rum milisleri ada genelinde Türk halkına saldırdı. Birçok kadın, erkek ve çocuk öldürüldü. 270 camii, mescit ve diğer ibadet mekanları taciz edildi.

28 Aralık 1963’te The Daily Express’te Kıbrıs’tan aktarılan haberler şöyle idi: “Bu gece son beş günde 200 ile 300 arasında insanın katledildiği, Lefkoşe’nin kapatılan Türk mahallesine gittik. Oraya girebilen ilk Batılı muhabirlerdik ve basılı yayında anlatılamayacak kadar korkunç sahneler gördük. Öylesine bir dehşet yaşanmıştı ki insanlar gözyaşı dökemeyecek kadar afallamışlardı.”

31 Aralık 1963’te The Guardian’da yer alan haber dikkat çekici: “Rumların iddia ettiği gibi bütün ölüm ve yaralanmaların her iki tarafta da silahlı erkekler arasında olduğunu iddia etmek safsatadır. Noel Gecesi bir doktorun eşi ve çocukları dahil pek çok Türk, ilçelerdeki evlerinde – iddiaya göre ordu kıyafeti giyen kırk kadar erkek tarafından- acımasızca öldürüldü.” Türkler her ne kadar ellerinden geldiğince saldırılara karşı koymaya çalışıp bazı milisleri öldürdüyseler de Rum halkına herhangi bir katliam uygulamadılar.

1 Ocak 1964’te The Daily Herald’ın haberinde şöyle yazıyor: “Türklerin evlerine vardığımda gördüklerim dehşet vericiydi. Duvarları harici tamamen yok olmuşlardı. Saldırı sırasında Napalm (Bir tür kimyasal bomba) kullanılsaydı bundan daha fazla yıkım meydana gelir miydi emin değilim. Yıkılan tavanların altında birbirine girmiş yatak yayları, beşikler ve bir zamanlar masa, sandalye, dolap olan şeylerin küllerini buldum. Buraya komşu köy olan Aya Vassilios’ta [Türkeli] 16 yakılmış ve yıkılmış ev saydım. Hepsi Türklere aitti. Her iki köyde de Rumların evlerinde en ufak bir hasara rastlamadım.”

2 Ocak 1964 tarihli The Daily Telegraph’ın haberi: “Rumlar, Türklere zulmetmeye devam ettikleri sürece İngiltere’nin askeri varlığının Türkiye’den gelecek bir müdahaleye karşı koruyacağını varsaymasınlar. Aldatıcılara sığınak olmamalıyız.” Ancak İngiltere, Rumları durdurmak için ciddi herhangi bir adım atmadı.

12 Ocak 1964’te Lefkoşe’deki Birleşik Krallık Maslahatgüzarlığının Londra’ya yazısına göre: “[Kıbrıslı] Rum polisi kavgaları kışkırtan ve bilerek gaddarca davranan aşırıcılar tarafından yönetiliyor. Yanlarına “özel polis” olarak silah kullanmaya hevesli eşkıya gibi gençler aldılar. Kıbrıs hükümetine dönmek isteyen Türk polisleri tehdit ediyorlar ve cezalandırıyorlar. (...) Makarios bize bir saldırı olmayacağı güvencesini verdi. Verdiği güvenceler daha öncekileri gibi yine boş çıktı.”

SALDIRILAR BM RAPORUNDA
İngiltere Hükümetine göre George Ball, “Makarios’un hedefinin Kıbrıs sorununu komünist bloğunun ve tarafsızların desteğini alıp ulusal özgürlük sloganıyla BM’nin yörüngesine taşımak ve bağımsız üniter bir devlet kurup Türklere istediğini yapmak olduğunu düşünüyordu.”
 
14 Ocak 1964’te The Daily Telegraph, Aya Vassilios’taki Türklerin 26 Aralık 1963’te katledildiğini ve Kızılhaç’ın gözleminde toplu bir mezardan çıkarıldıkları haberini yayımladı. 16 Şubat 1964’te The Observer, Türklerin Limasol’de başka bir katliama maruz kaldıklarını ve bundan başka da birçok katliam yapıldığını yazdı. 17 Şubat 1964’te Washington Post, “Bağnaz milliyetçi Rumlarının soykırıma azmettiklerini” yazdı. Kıbrıs Rum İçişleri Bakanı Limasol’deki saldırıyı bizzat kendisinin kontrolü altında olduğunu itiraf etti. 

Kıbrıs’taki İngiliz birlikler o dönemde Türkleri korumak için ellerinden geleni yaptılar ve çabaları bugüne değin hatırlanmaktadır, ancak Rumların saldırılarının ölçeği ve azgınlığı ve Londra’daki siyasi irade yetersizliği bu görevi imkânsız kıldı. 6 Şubat 1964’te bir İngiliz devriyesi, silahlı Rum polislerinin Aya Sozomenos’taki Türklere saldırırken rastladı, fakat saldırıyı durduramadılar.

13 Şubat 1964’te Yunanlar ve Kıbrıs Rumları Limasol’deki Türk mahallesine tanklarla saldırdılar. 16 kişi öldü ve 35 kişi yaralandı. 15 Şubat 1964’te The Daily Telegraph, “Dün sabah Rumların Türk mahallesinin altı bin vatandaşına başlattığı saldırı bir askeri operasyondur. Kıbrıs Rum Hükümeti'nin sözcüsü bunu resmi olarak kabul etti. Bütün bu olanlardan sonra Kıbrıs’ın Rum ve Türklerinin nasıl ciddiyetle ortak çalışabileceklerini hayal edebilmek çok zor” diye yazdı.

10 Eylül 1964’te Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri'nin raporunda (BM dosya S/5950) şunlar yazıyor:

“UNFICYP [Kıbrıs’taki Birleşmiş Milletler Barış Gücü] toplumsal karışıklık sırasında meydana gelen maddi zararların ayrıntılı tetkikini yapmıştır. (...) Çoğu Türk veya karışık olan 109 köyde 527 evin tamamen yıkıldığı ve 2000 başka evin yağmalanarak hasar gördüğü tespit edilmiştir. Ktima’da 38 ev ve iş yerinin tamamen, 122 ev ve iş yerinin kısmen yıkıldığı tespit edilmiştir. Lefkoşe’nin Omorphita [Küçük Kaymaklı] ilçesinde 50 evin tamamen yıkıldığı ve bunun dışında orada ve yakın mahallelerdeki 240 evin kısmen yıkıldığı görüldü.”

İngiltere Avam Kamarası Dış İşleri Özel Komitesi, 1987’de Kıbrıs sorununu gözden geçirdi ve görüş birliği ile şu raporu verdi. “Her ne kadar Kıbrıs Hükümeti şu anda '1960 Anayasasının bugünün koşullarına göre yeniden düzenlenmiş bir haliyle çalışmak' istediğini iddia etse de bu iddia Aralık 1963 olaylarından hem öncesinde hem de sonrasında Makarios Hükümetinin ENOSİS (Yunanistan’a ilhak) davasını savunduğunu göstermektedir. Aktif olarak Anayasa'nın ve alakalı başka anlaşmaların bu amaç uğurunda değiştirilmesine çalıştığını yok saymaktadır.” 

Komite devam ediyor: “Üstelik Haziran 1967’de Kıbrıs Rum yasama organı görüş birliğiyle ENOSİS lehinde karar aldı ki bu 1960 anlaşmalarının ve anayasasının açık bir ihlalidir.”

Kıbrıs Yüksek Anayasa Mahkemesi'nin 1963’e kadar tarafsız başkanlığını yapan Profesör Ernst Forsthoff, 27 Aralık 1963’te Die Welt’e, “Geçtiğimiz günlerde yaşanan trajedinin yegâne sorumlusu Makarios’tur. Amacı Türk halkını haklarından yoksun etmektir” dedi. 30 Aralık 1963’te UPI basın ajansıyla yaptığı bir röportajda “Yaşananların hepsi Makarios’un Kıbrıs Türklerinin ellerinden anayasal haklarını almaya çalıştığı içindir” dedi.
 
George Ball da 1964 baharındaki Kıbrıs ziyaretinde İngiliz Milletler Topluluğu (Commonwealth) İlişkileri Genel Sekreteri Sör Cyril Pickard’ın, “Türklere karşı yapılan zulümden dolayı ezici sözlerle Başpiskoposu kınadığını” hatırlatıyor. Ball bizzat kendisi Kıbrıs Rum liderine “Eğer bu zalim ve pervasız davranışına devam ederse Türkiye’nin işgal etmesinin kaçınılmaz olduğunu ve ne ABD’nin ne başka bir Batılı gücün onları engellemek için parmağını kıpırdatmayacağını” söyledi.

Bunların yanı sıra “Güney kıyısında Limasol’de bir katliamın yaşandığını ve hatırladığım kadarıyla, bazıları evleri dozerlerle yıkılırken, 50 Türk'ün öldürüldüğünü” hatırlatıyor. “Makarios’a bu rezil hareketlerin son bulması gerektiğini söyledim.” Güzel sözler ama hiçbir şey yapılmadı. O dönem Atina’ya ziyaretinde George Ball, “Yunan Başbakanı Papandreou Kıbrıs’taki ‘gerginliğin’ tek sebebinin Türkiye’nin işgal etme tehditleri olduğu” sözlerini kaydediyor: “Bütün bunları daha önce duyduğumu ve hiçbirinin gerçeği yansıtmadığını söyledim ona.”

BATI RUMLARI ÖDÜLLENDİRİRKEN 
TÜRKLERİN KORUNMASINI ENGELLEDİ

BM, sadece Kıbrıs’taki hukuki düzenin zorla gasp edilmesini kınamamakla kalmadı, aynı zamanda o noktada artık tamamen Rumlarından oluşan yönetimi sanki Kıbrıs’ın hükümetiymiş gibi davranarak onları ödüllendirdi. Bu kabullenme bugüne değin devam etmektedir ve bu durum BM'nin de, İngiltere’nin de, ABD’nin de, duruma uyan AB gibi diğer ülkelerin de saygınlığını zedelemektedir.

BM birliklerinin Mart 1964’te Kıbrıs’a varmalarına rağmen Rumlarının Türk halkına saldırıları devam etti. Haziran 1964’te Kıbrıs Türklerinin durumu o kadar ciddi boyutlara varmıştı ki Türkiye’deki kamuoyu bu duruma daha fazla katlanılamayacağı yönündeydi. Bu nedenle Garanti Anlaşmasının 4. maddesine göre müdahalede bulunacaklarını uyardılar.

7 Ağustos 1964’te Rumlar Türk köylerine saldırdılar ve bu Türkiye hükümetinin Rum köyü olan Polis’e dört savaş uçağı göndermesini tetikledi. 8 ve 9 Ağustos’ta altmış dört Türk jeti Kuzey kıyılarındaki Kıbrıs Rum köylerinin üstünde alçak uçuş yaptı.

12 Ağustos’ta ABD’nin Yunanistan Büyükelçisi, Yunan hükümetine Kıbrıs Türklerine saldırıların durdurulması yönünde teşvik etme talimatı aldı. Kruşçev, Rumlara Sovyetler Birliğinden destek beklememesi gerektiğini söyledi. Rumlar en sonunda çekildiler, ancak o uyarı uçuşları olmasaydı çok az Kıbrıs Türkü hayatta kalabilirdi. Onların hayatların Türk Hava Kuvvetleri kurtardı, Birleşmiş Milletler değil.

Türkiye adaya çıkartma yapmadı çünkü 5 Haziran 1964 tarihinde ABD Başkanı Johnson tarafından Sovyetlerin Türkiye’yi işgal etmesi durumunda ABD’nin NATO’ya göre savunma yükümlülüğüne uymayacağı tehdidi gelmişti. Bu haddini bilmez, yasadışı ve boş bir tehditti, çünkü Amerika’nın Kuzey Atlantik Antlaşması gereğince olan sorumlulukları belliydi ve Amerika’nın kendi stratejik çıkarları Türkiye’nin ve Boğazların Sovyetler tarafından ele geçirilmesine müsaade etmezdi. Yine de bu tehdit Türkiye’nin müdahale etmesini on yıl kadar geciktirdi.

Türkler kendilerini savunabilecekleri korunaklı yerleşimlere çekilmek zorunda kaldılar. Bunun için Kıbrıs’ın bölünmesi 1974’te değil, 1964 Ocak’ında gerçekleşmiştir. 14 Ocak 1964’te İtalyan İl Giorno’nun haberine göre: “Şu anda Kıbrıs Türklerinin toplu göçüne tanık oluyoruz. Binlerce kişi evlerini, topraklarını, sürülerini terk ediyorlar. Rum terörizmi amansız biçimde devam ediyor. Bu sefer Helen retoriği ve Eflatun’un heykelleri barbarlıklarının ve gaddarlıklarının üstünü örtemiyor.” Türkler saklandıkları korunaklarda kendi kendilerini idare etmek için yeni bir yönetim seçmeleri gerekiyordu.

- BİTTİ -



Yorum Ekle comment Yorumlar (0)

Yapılan yorumlarda IP Bilgileriniz kayıt altına alınmaktadır..!

    YORUM BULUNMUYOR!


 
  HIZLI ARA
 
 
 
  HAVA DURUMU
 
..

Mersin Haberleri, Mersin Son Dakika, Mersin Haber, Haberler, Son Dakika, Mersin, Mersin Siyaset



 
 
ANASAYFA İLETİŞİM KÜNYE GİZLİLİK İLKELERİ

 
Siteden yararlanırken gizlilik ilkelerini okumanızı tavsiye ederiz.
demokratmersin.com © Copyright 2007-2024 Tüm hakları saklıdır. İzinsiz ve kaynak gösterilemeden yayınlanamaz, kopyalanamaz, kullanılamaz.

URA MEDYA