Üretim Devrimi: Krizden kendi çözümümüzle çıkmak | DEMOKRAT MERSİN | Mersin'in Demokrat Gazetesi

 
 
 
10:14  HALKIN BAŞKANI SEÇER, MAZBATASINI HALKLA BİRLİKTE ALDI  10:02  MTSO, KENTSEL DÖNÜŞÜM ÇALıŞTAYıNA HAZıRLANıYOR   09:59  ÇAKıR: “DEMOKRASIDE KAYBEDEN OLMAZ”  09:49  “AVUKAT İÇİN DE ADALET!”  09:37  AHMET SERKAN TUNCER, MEZITLI BELEDIYESI’NE İLK ADıMıNı ATTı  09:33  TOROSLAR’ıN YENI BAŞKANı YıLDıZ, MAZBATASıNı ALDı  09:31  BAŞKAN ABDULLAH ÖZYIĞIT, MAZBATASıNı ALDı  09:07  A.VAHAP ŞEHITOĞLU, CHP TOROSLAR BELEDIYE MECLIS ÜYELIĞI’NE SEÇILDI  22:30  ESAT ARSLAN: MOSKOVA SALDıRıSıNıN DÜŞÜNDÜRDÜKLERI  20:37  ABDURRAHMAN YıLDıZ’DAN TEŞEKKÜR MESAJı  20:34  VAHAP SEÇER, REKOR OYLA YENİDEN ‘BAŞKAN’  20:34  YENIŞEHIR YENIDEN ABDULLAH ÖZYIĞIT DEDI  10:22  ÖZBOZKURT VE YEŞILKUŞ’TAN İL EMNIYET MÜDÜRÜ KARABÖRK’E ZIYARET  10:20  KUVAYı MILLIYE RUHU FOTOĞRAFLARLA YENIDEN CANLANDıRıLDı  10:10  MTSO, KENTIN BEKLENTILERINI VAHAP SEÇER’LE PAYLAŞTı  10:00  BAŞKAN SEÇER MUT HALKIYLA BULUŞTU  09:55  BAŞKAN ÖZYIĞIT, “BALıK PAZARı SAYıSıNı ARTTıRACAĞıZ”  09:39  CEZAEVI AVUKAT GÖRÜŞME ODASıNDA YENILEME BAŞLADı  09:35  AVUKATLARA ‘SEÇIM VE SANDıK GÜVENLIĞI EĞITIMI’ VERILDI  09:32  81 BARO: CINSEL ISTISMARA HEP BIRLIKTE DUR DIYELIM 
Üretim Devrimi: Krizden kendi çözümümüzle çıkmak

 

Üretim Devrimi: Krizden kendi çözümümüzle çıkmak

 

‘Moda olan’ kavramlar ve modellerle değil, önce doğru bilgilere sahip olarak ülkemizin koşul ve olanaklarına göre kendi çözümümüz Üretim Devrimi olmalıdır. Deneyimler göstermektedir ki, sürdürülebilir bir kalkınma ancak sürdürülebilir bir yerli üretim ile olur

MEHMET N. ÖZYAĞCILAR

Bugün yaşadığımız koşullar birdenbire ortaya çıkmadı. 1990'da “Soğuk Savaş”ın sonundan sonra adım adım önümüze geldi. Alacağımız en büyük ders şu: Dışarıdan önerilen/dayatılan değil, ülkemizin koşulları ve olanaklarına dayanan çözümleri öncelikle dikkate almalıyız.

1970’LERİN ENERJİ KRİZİ

Bir önceki büyük krizle başlayalım:

1970’lerin başında ve hemen yakınımızda Arap-İsrail savaşı olarak adlandırılan çatışma başladı. Buna tepki olarak, Petrol Üreten Ülkeler Teşkilatının (OPEC) petrole ambargo koyması “enerji krizini” ortaya çıkarmıştı. Akaryakıt fiyatları kısa sürede beş katından fazla arttı. Ambargoyu koyan OPEC örgütü olmakla birlikte, üye ülkelerin tamamında petrol üretimini yapan büyük uluslararası petrol şirketleriydi. Bu şirketler, artan petrol fiyatları sonucu, bu dönemde üretim yapılan ülkelerden daha büyük kazançlar elde ettiler.

Yetkili kurumların sözcüleri, “kullanılan rezervlerin 30-40 yıl içinde tükeneceği, daha zor kaynaklardan üretilecek petrolün de çok daha pahalı olacağını” vurguluyordu. 50 yıl geçti, petrol fiyatları 1980 yılında neredeyse üçte bir düzeyine kadar düştü. Yeni petrol rezervleri “keşfedildi.” Bu kriz/alt-üst oluş sırasında petrole alternatif konulara aceleyle yatırım yapanlar büyük zararlara uğradılar.

Bu yaşananlar, krizlerden çıkış yolu aranırken öncelikle ve hızlı bir şekilde doğru bilgilere ulaşarak bilgi sahibi olma gereğini açıkça göstermiştir. Bunu yapabildiğimiz zaman “kriz” karşısında bize özgü çözümler üretebiliriz.

DÜNYA SAVAŞINA GİDEN KRİZDEN KURTULMAK

Osmanlı İmparatorluğu döneminde, Tanzimat Fermanı ve Balta Limanı Antlaşması (Bugünkü Gümrük Birliği gibi) ardından giderek artan dış borçlanma yaşandı. Turgut Özakman’ın ifadesiyle “Osmanlı İmparatorluğu mali olarak iflas etmişti.” Osmanlı Devleti, “Düyun-u Umumiye” koşullarını kabul etti ve tüm gelirlerini bu idareye teslim etti.  Kriz, 1908’de 2. Meşrutiyetin ilanı ve bir Meclis kurulmasını doğurmuştu. Yapılan seçimler sonucu kurulan hükümet (İttihat ve Terakki Partisi) yöneticileri, yaklaşmakta olan Büyük Savaş’ı sezerek “Milli İktisat/Direniş Ekonomisi” adını verdikleri bir program oluşturdular.

Bu dönemi Prof. Dr. Zafer Toprak şöyle özetliyor: “I. Dünya Savaşı 20. yüzyılı şekillendirmiş, çağımızın kaderini yönlendirmişti… 1914-22 arası imparatorlukların çöktüğü yeni bir dünyanın kurulduğu bir dönemdi... Savaşta yenik düşüp kendi kaderini yönlendirmiş tek bölge ülkesi Türkiye idi.”

Yine Prof. Zafer Toprak’ın anlatımıyla: “20. yüzyılın ilk yarısı Türkiye'de ulus-devlet kuruculuğu dönemidir. Bu tür bir dokunun maddi tabanını oluşturma kaygısıyla ‘milli iktisat’ diye anılan bir politika benimsenmiştir. Milli iktisat, devletin ekonomiyi yönlendirdiği bir politikadır.”

Bu program ve politikalar önce Mustafa Kemal Paşa’nın önderliğinde Kurtuluş Savaşımız süresince sonra 2. Dünya Savaşı sırasında uygulandı. Örneğin savaş yıllarında, ordunun gereksinimlerini İmalatı Harbiye karşıladı. Tıbbiyeli subaylar kendi üzerlerinde de deneyerek aşı üretti. Uygulanan halk sağlığı programlarıyla bulaşıcı hastalıklarla mücadelede önemli bir başarı sağlandı. Cumhuriyet döneminde, tarımsal üretimle (şeker pancarı, pamuk vb.) sanayi üretimini (şeker ve dokuma fabrikaları) birleştiren, ülkenin temel ihtiyaç maddelerini sağlayan bir “üretim yapısı” kuruldu. Yüksek ve dengeli bir kalkınma hızıyla ülkenin temel gereksinimleri sağlandı. Toplumsal refaha doğru önemli adımlar atıldı.

TÜRKİYE'DE ÇOK PARTİLİ HAYATA GEÇİŞ

Türkiye 1940-45 yılları arasında, başta Avrupa ve diğer savaşan ülkelerde büyük kayıplara neden olan 2. Dünya Savaşı’nın dışında kaldı. Genç nüfusunu ve ülke varlıklarını koruyabildi. Sonunda Osmanlı Devleti’nden kalan borçları ödeyerek, belirli bir döviz ve altın stokuyla 1950’li yıllara geldik. Türkiye’nin Batı ülkeleri ile ittifaklar arayışı sırasında çok partili rejime geçildi ve ilk iktidar değişikliği 1950 yılında yapılan seçimle oldu.

Ancak 1950 sonrasında –Savaş sırasında oluşturulmuş olan- altın ve döviz stokları “plansız ve popülist ama halkçı olmayan” uygulamalarla kısa sürede tükendi. O yıllarda yeni kurulmakta olan sanayi tesislerinin ithalatla karşılanabilir gereksinimleri için hükûmet, Dünya Bankası’na kredi için başvurdu. Osmanlı Devleti döneminden kalan borçlar tam ödenmekteyken yeni bir “dış borç sarmalı” başladı. Fakat bu da yetmedi ve 1960’ a doğru derinleşen ekonomik kriz siyasal krizi de beraberinde getirdi.

Çıkış Yolu: Bu krizden çıkabilmek için, üretim ve sanayinin öngörülebilir bir şekilde sağlıklı gelişmesi hedeflenmiş, 1960’da Devlet Planlama Teşkilatının (DPT) kuruluşu ile Cumhuriyet’in ilk yıllarında olduğu gibi, yeniden “planlı” kalkınma yöntemine dönülmüştür.

Kurulan DPT, kamu görevlileri olduğu kadar özel kesimin de temsilcileri ile yapılan toplantılarla 5 Yıllık Kalkınma (Yatırım) Planları hazırladı. 1960’lı yıllarda yapılan yatırımlarla Şişe-Cam Fabrikası, Petrol Rafinerisi, Petro-Kimya tesisleri, Azot Sanayi, Demir-Çelik ve Alüminyum üretimi ve bunları besleyen elektrik santralları kuruldu. Bunlar için gereken teknoloji, narenciye vb tarım ürünleri karşılığı temin edildi. Bu şekilde, özel kesimi ve küçük sanayicileri de destekleyen kamu yatırımları ile yeniden Sanayileşerek Kalkınma Dönemine girildi. Bu dönemde Çevre üzerindeki etki önemli bir karar etkeni olarak görülmüyordu, ama ülkemiz “çevre/ekolojik felaketleri de yaşamadı.”

Yapılan yatırımlar savunma sanayisine de yansıdı: Halkın da desteği alınarak (Kıbrıs’ta yaşayan Türkleri koruyabilmek için yapılacak) harekat için gerekli olan “çıkarma gemileri” yapıldı. Bu birikimle, 1970’lerin başında da  (aslında 1960’da Makarios Hükümeti’nin yaptığı darbeyle başlayan) Kıbrıs’ta yaşayan Türklere karşı soykırım girişimini önlemek için Türkiye kendi olanakları ile müdahale ederek barışı sağladı. Aslında, şimdi Mavi Vatan olarak adlandırılan, Türkiye’nin Uluslararası Deniz Hukuku’ndan doğan haklarını savunmak için ilk adım atılmış oldu. Bunun Türkiye için bedeli ise, ambargolarla yaşanacak yeni bir ekonomik kriz ve toplumsal gerginlikler oldu. Ama sanayileşerek kalkınma hedefi kaybolmadı.

NEOLİBERAL EKONOMİYE GEÇİŞ VE GETİRDİĞİ KRİZ

1980-81 yıllarından itibaren ekonomik krizle birlikte, dış borca başvuruldu ve bunun koşulu olarak “neo-liberal ekonomi politikaları” içeren bir program uygulamaya konuldu. İthalatın önündeki engeller kaldırılırken yerli üretim ciddi olarak gerilemeye başladı. İthalat ve dış borç giderek daha da arttı. Alınan dış borçla yatırım malzemelerinden çok, tüketim ürünlerinin ithalatının artması, başlangıçta toplum içinde “aranan her şeyin pazarda bulunabilmesi” gibi bir “mutlulukla” bir süre devam etse de, bu ‘aldatıcı’ mutluluk zamanla ‘geçim sıkıntısına’ dönüştü. Enflasyonun artışı ile birlikte gelir dağılımı ve toplumsal dengeler de bozulmaya başladı. Cumhuriyet’in ilk yıllarında ve 1960’larda yapılanın aksine yatırımlar temel ihtiyaç ve sanayi ürünlerine değil, tüketim ürünlerine kaydı. DPT gözetiminde yapılan 5 Yıllık Kalkınma Planlarının ağırlığı azaldı ve sonunda planlama terk edildi.

AB ile ilişkilere konusunda Prof. Erol Manisalı’nın yazılarında yaptığı, “1990'da Soğuk Savaşın bitmesi ile Avrupa Birliği (AB)'nin ekonomik bir topluluktan siyasal bir topluluğa dönüşerek hedeflerinin değiştiği ve Türkiye’yi içine almayacağı” uyarıları dikkate alınmadı. Tersine 1995’te AB ile Gümrük Birliği Antlaşması (tıpkı 1820’lerin Balta Limanı Antlaşması gibi) imzalandı. Bir türlü sonuçlanmayan üyelik başvurusuyla, üye olmadan AB'den gelen taleplerin yerine getirilmesi yolu açıldı. Bu şekilde (dış borç alınarak yapılan) ithalat daha da arttı ve yerli üretim, tarım ürünlerinden başlayarak ciddi bir şekilde baskılandı. Bunlar da topluma bir refah getirmek yerine sosyal dengelerin daha da bozulmasına neden oldu. 1994 ve 2021 yıllarında iki büyük devalüasyona karşın kalıcı çözüm bulunamadı. Sorunlar günümüze kadar devam etti. Bugünkü krizin temelleri oluştu.

İHRACATIN ARTMASI KALKINMA MIDIR?

Aydınlık Gazetesi'nde iktisatçı yazar Serhat Latifoğlu, 2 Eylül 2022'deki yazısında şunları söylemişti: “2022 Ağustos ayında yayınlanan TÜİK verilerine göre 2022 yılı ilk yarısında ihracatımız (144 milyar ABD doları), bir önceki döneme göre %19,1 oranında artmış. Fakat aynı dönemde ithalatımız da (206 milyar ABD doları) %40,7 artmıştır. İhracat rekorları ithalat rekorlarını besliyor. İthal bağımlılığı azaltılmalı milli üretim daha çok desteklenmelidir. Bugünün koşullarında bu hamle, bir dizi siyasal karar da gerektiriyor.”

Yani, ihracattan kazandığımızdan çok daha fazlasını ithalat için harcamış bulunuyoruz. Buna bir tür fakirleşme de denebilir. Bir dönem için zorunlu nedenler bulunsa da böyle bir ekonominin “sürdürülebilir” olamayacağı da açıktır. 

Bundan daha da ciddi olanı, “ithalatta kimyasal maddelerin dış ticaret açığımızın üçte birine yakın bir büyüklükte” oluşuydu. İstatistiklerde görülmese de, ithal edilen “kimyasal maddelerin, yüksek katma değerli ürünler” olduğunu düşünüyorum. Bu da ülke dışına yapılan kâr aktarımı yoluyla zararımızı çok büyük ve yapısal bir sorun haline dönüştürmüştür. Son 20 yılın ithalat/ihracat istatistikleri incelendiğinde bu durumun süregeldiği görülecektir.

KALKINMA İÇİN ÜRETİM VE YATIRIM

Bugünkü koşullarda, kesin olarak söyleyebiliriz ki, Cumhuriyetimizin ilk yıllarında olduğu gibi, planlamaya dayanan bir “üretim devrimi” ile:

  • Tarım ürünlerinden başlayarak üretimin, planlı olarak, teşvik edilmesi, başta gıda ve ilaç olmak üzere tüm gereksinimlerin güvenli teminini sağlayacak, istihdamı arttıracak ve dış ticaret açığını azaltacaktır.
  • Tarımsal üretimin sanayi üretimi ile eşgüdümü, katma değeri ve rekabet gücünü arttıracaktır.

Gerekli yatırımlar konusunda Sayın Hakan Topkurulu’nun belirttiği gibi, dış ticaret dengesini önemli ölçüde değiştirecek yeni bir Petrol Rafinerisi ve Petro-Kimya tesisi gereklidir. Bunların yanı sıra başta ilaç sanayisi olmak üzere, tüm sanayi dallarında kullanılan “yüksek katma değerli kimyasal girdilerin üretimi” için özel bir program hazırlanmalıdır. Yatırım kararları DPT’nin de öngördüğü fizibilite/yapılabilirlik analizleri ile verilebilir. Bunlar maliyet-kazanç-geri ödeme süresi hesaplamalarını içerir ve parasal değerler olarak çeşitli matematiksel yöntemlerle yapılır.

Ancak burada önemli olan yatırım/üretim kararlarını verirken yalnızca parasal değerlerle sınırlı kalmamak, parasal olmayan etkileri de dikkate almaktır. Bugün parasal değeri saptanamayan bir olgu, ileriki yıllarda önemli parasal kazanç ya da kayıplara dönüşebilir. Bu ilke kalkınmanın sürdürülebilirliği anlamındadır.

Bu konuyu açıklamak için söz konusu etkenlerin “mühendislik yönetimi” disiplini ile incelenmesi gerektiği önerilir. Güvenlik; ekolojik, doğal ve sosyal çevrenin korunması; kayıp riskleri; çalışanların refah düzeyi; verimlilik... Alt başlıklar olarak etkenlik/doğru işleri yapmak, etkinlik/işi doğru yapmak; bunlar başarı için temeldir. Verim ise başarıyı sağlamlaştırır.

Genel bir bakışla, yukarıda sıralanan etkenler karşılıklı olarak birbirlerini de etkilerler. Bu nedenle, her biri için uzmanlık konusu, geliştirilmiş yöntemler uygulanır. Temel ilke olarak düşünüldüğünde, ekolojik ve doğal çevrenin korunması, kentsel atıklarla birlikte sanayi üretim atıklarının da doğru yönetimiyle sağlanır.

Sonuç olarak, “Moda olan” kavramlar ve modellerle değil, önce doğru bilgilere sahip olarak ülkemizin koşul ve olanaklarına göre kendi çözümümüz bu Üretim Devrimi olmalıdır. Deneyimler göstermektedir ki, sürdürülebilir bir kalkınma ancak sürdürülebilir bir yerli üretim ile olur.



Yorum Ekle comment Yorumlar (0)

Yapılan yorumlarda IP Bilgileriniz kayıt altına alınmaktadır..!

    YORUM BULUNMUYOR!


 
  HIZLI ARA
 
 
 
  HAVA DURUMU
 
..

Mersin Haberleri, Mersin Son Dakika, Mersin Haber, Haberler, Son Dakika, Mersin, Mersin Siyaset



 
 
ANASAYFA İLETİŞİM KÜNYE GİZLİLİK İLKELERİ

 
Siteden yararlanırken gizlilik ilkelerini okumanızı tavsiye ederiz.
demokratmersin.com © Copyright 2007-2024 Tüm hakları saklıdır. İzinsiz ve kaynak gösterilemeden yayınlanamaz, kopyalanamaz, kullanılamaz.

URA MEDYA