Bugün bir şair öldü dostlar. Bugün Can Yücel öldü | DEMOKRAT MERSİN | Mersin'in Demokrat Gazetesi

 
 
 
21:57  MERCAN’DA BİR İLK: ‘GECE GÖZLEM ETKİNLİĞİ’  21:35  ŞEHITOĞLU, DURAK’A TAM DESTEK VERDI  10:14  HALKIN BAŞKANI SEÇER, MAZBATASINI HALKLA BİRLİKTE ALDI  10:02  MTSO, KENTSEL DÖNÜŞÜM ÇALıŞTAYıNA HAZıRLANıYOR   09:59  ÇAKıR: “DEMOKRASIDE KAYBEDEN OLMAZ”  09:49  “AVUKAT İÇİN DE ADALET!”  09:37  AHMET SERKAN TUNCER, MEZITLI BELEDIYESI’NE İLK ADıMıNı ATTı  09:33  TOROSLAR’ıN YENI BAŞKANı YıLDıZ, MAZBATASıNı ALDı  09:31  BAŞKAN ABDULLAH ÖZYIĞIT, MAZBATASıNı ALDı  09:07  A.VAHAP ŞEHITOĞLU, CHP TOROSLAR BELEDIYE MECLIS ÜYELIĞI’NE SEÇILDI  22:30  ESAT ARSLAN: MOSKOVA SALDıRıSıNıN DÜŞÜNDÜRDÜKLERI  20:37  ABDURRAHMAN YıLDıZ’DAN TEŞEKKÜR MESAJı  20:34  VAHAP SEÇER, REKOR OYLA YENİDEN ‘BAŞKAN’  20:34  YENIŞEHIR YENIDEN ABDULLAH ÖZYIĞIT DEDI  10:22  ÖZBOZKURT VE YEŞILKUŞ’TAN İL EMNIYET MÜDÜRÜ KARABÖRK’E ZIYARET  10:20  KUVAYı MILLIYE RUHU FOTOĞRAFLARLA YENIDEN CANLANDıRıLDı  10:10  MTSO, KENTIN BEKLENTILERINI VAHAP SEÇER’LE PAYLAŞTı  10:00  BAŞKAN SEÇER MUT HALKIYLA BULUŞTU  09:55  BAŞKAN ÖZYIĞIT, “BALıK PAZARı SAYıSıNı ARTTıRACAĞıZ”  09:39  CEZAEVI AVUKAT GÖRÜŞME ODASıNDA YENILEME BAŞLADı 
Bugün bir şair öldü dostlar. Bugün Can Yücel öldü

 

Bugün bir şair öldü dostlar. Bugün Can Yücel öldü

Hasan Âli Yücel ile Refika Hanım’ın evliliklerinden, 21 Ağustos 1926’da ikizi Canan ile birlikte dünyaya gelir Can Yücel. Sonrasında ikizlere Gülümser eklenir. Yücel ailesi, böyle bir ailedir. 

Can Yücel, ikiz kardeşiyle sürekli kavga ettiğinden üçüncü sınıftan itibaren yatılı okumak zorunda kalır. Bu durumu şöyle anlatır: Hem aynı şehirde oturacaksın, hem de okula leyli yollanacaksın. Çok bozuldum, çok üzüldüm. Benimsedim. Her şeyi benimsediğim gibi.
Babacandır, lafını esirgemez, yüreğindekini diline, yüzüne yansıtır. ‘Can Baba’ derler lâkâbına. Bakan çocuğuydu Can Baba. Hem de; Cumhuriyet döneminin en önemli bakanlarından birinin, Hasan Âli Yücel’in.
Bakan çocuğu gibi değildi ama. Hep geçim sıkıntısı çekti hayatında:
“Hayatta ben en çok babamı sevdim!
Karaçalılar gibi yardan bitme bir çocuk,
Çarpık bacaklarıyla -ha düştü, ha düşecek-
Nasıl koşarsa ardından bir devin,
O çapkın babamı ben öyle sevdim!
Bilmezdi ki oturduğumuz semti;
Geldi mi de gidici, hep, hep acele işi.
Çağın en güzel gözlü maarif müfettişi!
Atlastan bakardım nereye gitti,
Öyle öyle ezberledim gurbeti…”
Can Baba, şiirinde de dediği gibi milletvekili olması nedeniyle sürekli olarak Ankara’ya gidip gelen babası Hasan Âli Yücel’e büyük bir tutkuyla bağlıdır. Bu durumu da yine şöyle anlatır: Babamı her zaman bir koku olarak düşündüm. Babamın kendine göre bir kokusu vardı. Ben babamın kokusunu sevdim aslında. Çok ayrı kalırdık biz; ama buluştuğumuz zaman beni koluna yatırırdı, uyurduk. Bir saat, iki saat, uzun gurbetlerden sonra. Ve hep kokusunu hatırlarım ben babamın. Sonra sesini hatırlarım. Babam benim için aslında, duyularımın incelmesine yaramış bir adam. Düşünmede, konuşmada… Mesela sesim pek benzer babama.
Büyüdüğü çevreyi ise şöyle anlatır: Ben Mevlevi bir ailede büyüdüm. Dedem neyzendi. Babam Mevlevi tekkesinde büyüdü. Babaannem mevleviydi. Benim Allah’a inanmamam, Mevlevi olmama mani değil. Bir paradoks olacak belki. Ben bütünselliği severim. Dünyanın bütünselliğini severim. Dünyanın birbiriyle bütün halinde yaşamasının güzelliğine inanırım.
Babasının Milli Eğitim Bakanı olması nedeniyle Ankara’ya taşınmak zorunda kalırlar. Ortaöğretiminden sonra 1941’de Ankara Erkek Lisesi’ne başlar. Burada Gazi Yaşargil’le sınıf arkadaşı olurlar. Atatürk Lisesi’ni sonradan çok sevmeye başlayan Can Yücel, burada Nâzım okuduklarını, Dünya edebiyatını tanıdıklarını ve Latince öğrendiklerini aktarır.
*****
Lise öğrenimini tamamlayan Can Yücel, DTCF Klasik Filoloji Bölümü’ne girer. Burada bir süre Alman Filolojisi okur. 1946’da çok partili düzenle birlikte Can Yücel’in muhalifliği siyasal bir kimlik de kazanır ve sol kanattaki sanatçı ve politikacılarla yakın olmaya başlar. Behice Boran’la tanışır, Dil Tarih’teki İlerici Gençler Derneği’ne üye olur.
Bütün bunlardan haberdar olan Hasan Âli Yücel, oğlunu İngiltere’ye Cambridge Üniversitesi’ne yollamaya karar verir. Can Yücel, çok sonraları yapılan bir söyleşide, “Ben Dil Tarih Fakültesi’nde Almanca öğrenmiştim, Alman edebiyatını biliyorum. İngilizce bilmiyorum. Niye yolluyorsunuz? Cambridge’e hem de! Çılgınlık işte! Züppelik!” sözleriyle tepki gösterir.
Babası kurulu düzenin yürütücülerindendir, oysa Can Yücel düzene bütünüyle muhalif bir ruha sahiptir. Zaman zaman babasıyla tartışır; hatta utandığı için arabasına binmeyi reddeder. Bütün bunlara rağmen babasına büyük tutkuyla, hiç bitmeyecek olan bir aşkla bağlıdır. 
Can Yücel’i kendi ifadeleriyle dinlemeye devam edelim: Babam vekil oldu. Annemin başına şapka kondu, doğru Ankara’ya. Annem Romanyalı, mahzun kadın! Çok güzel! Boy 1.80, müthiş şefkatli. Babamın zamparalığı malûm! Annem hep kabullenir. Annem hepsine göğüs gerer. Annem âşık babama! Babam tatlı herif, bütün bunları idare eder. Babam hep seferberdir. Herkesi çalıştırır. Kendi de çok çalışır. İt… Serseri… Çok da severim o serseriyi, o tatlı herifi! Annemin âşık olmamasına imkân yok. Ben de âşıktım ona aslında. Birden terslenir. Sonra öyle insan canlısı ki...
*****
Türkçe’nin en matrak, en lafını esirgemeyen şairiydi. Şiirlerinde resmen ayar verirdi. Ağır küfürler ederdi. Özgürlüğünü mısralara dökerdi:
“Şiirlerinde küfür etme diyorlar usûlsüz,
Lan bu kadar orospu çocuğunu nasıl anlatayım küfürsüz?”
Her şiirinde, kendi ifadesiyle nasıl gol atacağının peşindeydi. O, Türk şiirinin santrforuydu. Şairliğinin yanı sıra; Almanca, İngilizce, Latince ve Yunanca bilirdi. Çok çeviri yaptı. Çevirileri başına iş açtı. 12 Mart muhtırasında, Mao ve Che çevirileri için içeri attılar. 1974’te genel af ile özgür kalabildi.
Şiirlerinde ve hayatında, hep toplumsal sorunları gündeme getirdi. Çarpık düzene mutlaka söyleyecek bir sözü vardı. Edebiyat kadar içkiye de düşkündü. Sünger gibi derler ya, İyi rakı içerdi hani! “İçim rakı, dışım su.” derdi. Nasıl rakı içileceğini de şöyle mısralara dökerdi:
“Rakı sofrasında susulmaz arkadaş,
Hıçkıra hıçkıra ağlayacaksın.
Arınacaksın gururundan, paşa gibi.
‘Şerefe ulan’ diyeceksin…
Şerefsiz dünyaya inat şerefimize!
Kırar gibi tokuşturup kadehleri,
Gırtlağınla seviştireceksin meyleri…
Gömeceksin kendini şişelerin dibine,
Ölür gibi içeceksin!
Öleceksin arkadaş…
Oturtacaksın karşına geçmişini,
Güle güle küfür edeceksin…
Unutacaksın, unutur gibi içeceksin!
İçiyorsan Rakı’yı öve öve,
Söve söve kusacaksın ne varsa içinde…”
*****
Cambridge’deki eğitimi esnasında buradaki öğrencilerin çocukluktan itibaren Yunanca, Latince öğrenmeye başladıklarını ve kendisinden çok daha ileride olduklarını görür, bir süre sonra Linkfield’e geçer. Burada arkadaşları Bülent Ecevit, Rahşan Hanım ve Yavuz Bayraktar’la beraber yaşar. O günleri şöyle anlatır yine bir röportajında: Havuzlu, tenis kortlu lüks evlerde oturuyoruz ama yemek yiyecek paramız yok. Babam geldi ziyarete. Mezarlıktan ebegümeci toplayıp ikram ediyoruz.
Londra’da resmi tarihi öğrenmek için Avni Arbaş, Bedri Rahmi, Selim Turan, Şadi Çalık ve İlhan Koman’ın da olduğu Courtauld Institute of Art’a gider. Aldığı öğrenci bursu zaman zaman yetersiz kalınca sokaklarda incik boncuk satar, sırtına bir reklam panosu takıp sokaklarda dolaşır. Yaşantısından memnundur ancak babası onu Türkiye’ye çağırır. Artık Demokrat Parti iktidardadır ve Köy Enstitüleri kapatılmıştır. Ankara Üniversitesi’nde başlayıp, Cambridge Üniversitesi’nde sürekli karar değiştirerek sürdürmeye çalıştığı eğitim hayatı bir diplomayla sonlanmaz.
1953’te Kore’de askerliğini yapar. Kore Savaşı’na katılan Türk Tugayında yer alır ve savaşı çok yakından görme imkânı bulur. Askerden döndükten sonra babasının yaşadığı siyasi güçlüklerden kendisi de nasibini alır. Bir süre iş bulamaz. 1956’da Demirel’in akrabası olan bir arkadaşının yardımıyla, o dönemde Devlet Su İşleri Genel Müdürü olan Süleyman Demirel’le görüşür. Onun onayıyla iki yıl boyunca, dolgun bir maaşla Devlet Su İşleri’nin Bornova merkezinde görev yapar. Yine o günlerini şöyle anlatır: Su işleri müdürüyken gittim oraya, gayet iyi karşıladı. Ne istersin, dedi. Tercümanlık dedim. Nerede çalışmak istersin, dedi. Ege’de dedim. İzmir’de âşık olduğum bir kız vardı, Ona yakın olmak için. Öyleyse, Bornova’da bizim büromuz var dedi. Demirköprü barajının Fransızlara tercümesini ben yaptım. Demirköprü barajının mukavelesi benim baraj bilgisizliğime borçludur.
Evet, İzmirli âşık olduğu kız sonrasında eşi olacak büyük aşkı Güler’den başkası değildir. Can Yücel, Bedri Rahmi’nin öğrencisi olan Güler Hanım’ı İlhan Koman’ların evinde tanır ve âşık olur. Güler Yücel eğitimini yarıda bırakarak 1956 yılında Can Yücel’le evlenir. Bu evlilikten Yeni Hasan, Güzel ve Su adını verdikleri üç çocukları olur. Karısına olan bağlılığını da şu ifadelerle dile getirir: Arada kaçamak yaparım ya, bunun hiç önemi yok. Babam bana, sen tek karıyla yaşamaya mahkûmsun derdi. Güler’le yaşıyorum. Çok da seviyorum. Kendi içimden gelen bir güdüyle bir kadını, tek kadını sevmenin büyük bir dikkat ve yoğunluk isteyen ve mutluluğu çağıran bir yaşam tarzı olduğuna inanıyorum.
Evlendikten sonra tekrar yurtdışında yaşamaya devam eden Can Yücel, Londra’da BBC Türkçe Yayınlar Bölümü’nde spiker olarak çalışmaya başlar. Bu yıllarda zaman buldukça, İngiliz şiirinden birçok çeviri yapar. Bertolt Brecht, Lorca, Shakespeare, Weiss gibi yazarlardan oyun ve şiir çevirileri yapan Yücel’in yayımlanan 23 çevirisi vardır.
Nâzım Hikmet’in ölüm haberinin gelmesi hayatında bir dönüm noktası olur. BBC’deki spikerlik macerasını noktalar. 1963’te Türkiye’ye döndükten sonra Marmaris ve Bodrum’da turist temsilciliği yapar. Sonraki dönemlerde hem yaptığı çevirilerle hem çeşitli gazete ve dergilerde yazdığı yazılarla hem de yayımlanan şiir kitaplarının çok ilgi görmesiyle geçimini sağlamaya çalışır. Ancak kendisi ekonomik anlamda rahat bir hayata ermelerinin asıl kaynağını aileden kalan mal varlığına dayandırır.
*****
Can Yücel, daha on yaşından itibaren şiir yazmaya başlar. Şiire ilgisinin ilk olarak nasıl başladığına dair sorulan soruya, “Hiç bilmiyorum! İnat halinde şiir yazıyorum herhalde.” diye cevap verir. Dilin güzelliğini ve şiir yazmayı, ilk olarak İstanbul ağzıyla Türkçe konuşan babaannesinden öğrendiğini sözlerine ekler. Bu konuda da yine Can Yücel’in kendi ifadelerinden okuyalım: İlk şiirimi on yaşında yazdım. Babamın metresi olan hanımın yuvasındayken. Yuvada bir çocuk öldü. Çok üzüldüm. Arkasından şiir yazdım. Şiire, babamın yardımı çok oldu. Hep şiir çevresindeydim. Babam okur, babaannem okur… Şiire elverişli bir dünya yaratmıştı babam bana. İngiltere dönüşümde çevreme çok dikkatli baktım. Herkesle beraber olmayı ve dinlemeyi seçtim. Cahit’le, Orhan’la… Farsça ve Arapça öğrenemedim ama Divan Edebiyatı’nı okuyabildim. Daha çok musikiyle ilgilendim. Babamın çevresi musiki çevresiydi. O zamanki radyo büyük bir okuldu, akademi sayılabilirdi. Oranın büyükleriyle daima toplantı halindeydi babam. En büyük zevki musikiydi. Onlardan Mevlevi musikisinin yanı sıra, Yunus, Pir Sultan Abdal, Karacaoğlan ve birçok halk ozanını öğrendim.
1940’lı yıllardan itibaren yazdığı çocuk şiirlerini Peyami Safa Çocuk Haftası Dergisi’nde yayımlar. Bu dönemde Beethoven ve Mozart üzerine de şiirler yazar. 1950’li yıllara kadar yazdığı ve Mevlevi etkisinin olduğunu söylediği şiirleri hiçbir dergide yayınlatmaz. Sonunda yine babasının ısrarı ve desteğiyle ilk kitabı olan “Yazma” piyasaya çıkar. Ancak bu ilk eser edebiyat dünyasında neredeyse hiçbir yankı uyandırmaz ve çok büyük bir okuyucu kitlesine ulaşmaz.
1950’den sonra uzun bir süre şiir yazmaz. Bu yıllarda çeviri üzerine yoğunlaşan şair, hapse gireceği 1970’li yıllara kadar şiirden biraz uzaklaşır. Can Yücel, 12 Mart döneminde Türkçeye çevirdiği bir kitap yüzünden 15 yıl hapis cezasına mahkûm edilir. İki buçuk yıl hapis yattıktan sonra 1974’te çıkarılan afla serbest bırakılır.
Dedim ya: En yakası açılmadık küfürlerden en acılı ağıtlara, en afili sokak ağızlarından en yoğun sevda ve sevgi şiirlerine, cin gibi zekâ pırıltılarından en yalın, en sade söyleyişlere kadar her şeye yer verdiği şiiri; bir göreve adanmışlık şiiridir Can Yücel’in.
1946-1950 yılları arasında yazmış olduğu ilk şiirlerini bir araya getiren 1950 tarihli Yazma adlı şiir kitabının kapağını Bedri Rahmi Eyüboğlu hazırlar.
*****
Uzun bir suskunluk döneminin ardından 1973’te yayımlanan Sevgi Duvarı, Can Yücel’in 1950-1970 yılları arasında yazmış olduğu şiirleri içerir. Biçim arayışlarının, dil denemelerinin, ileride bütün ağırlığıyla görülecek ironinin ipuçları bulunabilir Sevgi Duvarı’nda. Bu eserinde; ileriki yılların ısırıcı, acımasız, alaycı siyasi şiirlerinin de ilk örneklerini görürüz.
1974’te yayımlanan “Bir Siyasinin Şiirleri”, şairin cezaevi yıllarının ürünüdür ve hapishanede geçen zamanlarının bir güncesi gibidir. Bu kitap, önceki kitabı Sevgi Duvarı’nı da aşar ve şairin geniş kitlelerle daha yaygın bir şekilde buluşmasına zemin hazırlar.
“En uzun koşuysa elbet,
Türkiye’de de devrim!
O, onun en güzel yüz metresini koştu;
En sekmez lüverin namlusundan fırlayarak…
En hızlısıydı hepimizin,
En önce göğüsledi ipi…
Acıyorsam sana anam avradım olsun.
Ama aşk olsun sana çocuk, aşk olsun…”
1976 yılında yayımlanan Ölüm ve Oğlum, şairin hapisten çıktıktan sonra yazdıklarının toplamıdır. 1982’de yayımlanan Rengâhenk, diğer şiir kitaplarında olduğu gibi toplumu aydınlatmayı, göz yumanlara gerçekleri ısrarla göstermeyi hedefleyen şiirlerdir. Kitabını, “Beynin Piri Reisi” notuyla arkadaşı Gazi Yaşargil’e ithaf eder.
1984’te yayımlanan Gökyokuş’u da oğlu Yeni Hasan’a ithaf eder Can Yücel. Bu şiirleri; tarihten ve partiden, güncele ve partisiz bir alana sürgün edilmiş bir eski tüfek devrimcinin, olup biten karşısındaki tavırlarını, günlük yaşantılarını, tarihe ve partiye gönderme yapan devrimci bilince dayalı söylemi içeren şiirlerdir.
1990 yılı en çok eser ürettiği yıldır ustanın. 1990 yılı içinde sırasıyla; Kuzgunun Yavrusu, Kısa Devre ve Güle Güle Seslerin Sessizliği adlı şiir kitaplarını yayımlar. 1991’de Gece Vardiyası, 1994’te Gezintiler, 1995’te Maaile yayımlanır.
1997’de yayımladığı “Seke Seke” kitabında bulunan şiirlerin büyük bir çoğunluğu yapı bakımından Garip akımının tarzında kurulmuş şiirlerdir. Eserde bunun dışında hikâye etmenin hâkim olduğu şiirlerle, imgelerin ağır bastığı şiirler de yer alır:
“Alnımda bir ağustos böceği,
Yapraktan bedenim,
Ağaçtan bademim,
Bu zincirinden boşanmış poyrazda,
Uçuyoruz dolunaya doğru…
Yel yepelek, yelken kürek,
Uçuyoruz; ağaçlar, evler, duvarlar,
Uçuyoruz; peribacaları,
Allaha emanet, kula selamet…
Toprak da ayaklandı;
Bahçeler, tarlalar,
Çiçekleri sarı yeşilleriyle…
Ardımızdan Kızlan’daki yel değirmenleri,
Alavra’da doludizgin yaban eşekleri,
Burunlar, koylar, bükler,
Dağlardaki devanaları.
Balıkaşıran’da kopuyoruz anakaradan,
Uçuyoruz mehtapta,
Acemaşıran faslı okumaya dolunayda…”
*****
Gırtlak kanserine yakalanır da dostları artık dinlenmesini söyler. Hiç durur mu Can Baba? “Ben şairim, fil değilim. Azrail’i bir köşeye çekilip bekleyemem. Meydanlarda ölmeliyim!” der.
“Ömür dediğin üç gündür.
Dün geçti, yarın meçhuldür.
O halde ömür dediğin bir gündür.
O da bu gündür!” dediği gibi aynı…
Biz gördük de göğe erdik ya; milenyumu göremeden, 12 Ağustos 1999’da öldü Can Baba. Şiir söyleyerek, rakı içerek, küfür ederek yaşadı usta. Şiir söyleyerek, rakı içerek, küfür ederek de öldü.
Dedim ya: 24 yıl önce bugün bir şair öldü dostlar.
Çok sevdiği Datça’da gömülmek istiyordu. “Beni kuzum Datça’ya gömün. Geçin Ankara’yı, İstanbul’u! Oralar ağzına kadar dolu, alabildiğine pahalı.”
Datça’ya gömdüler.
Şairler ölür, şiirleri kalır. Hiç ölür mü Can Yücel, Can Yücel’ler? Şairler, şiirleriyle yaşar. Hatırladıkça, andıkça, okudukça yaşar yüreğimizde. Anısına ve muhteşem üretimlerine saygı, minnet ve sevgiyle…



Yorum Ekle comment Yorumlar (0)

Yapılan yorumlarda IP Bilgileriniz kayıt altına alınmaktadır..!

    YORUM BULUNMUYOR!


 
  HIZLI ARA
 
 
 
  HAVA DURUMU
 
..

Mersin Haberleri, Mersin Son Dakika, Mersin Haber, Haberler, Son Dakika, Mersin, Mersin Siyaset



 
 
ANASAYFA İLETİŞİM KÜNYE GİZLİLİK İLKELERİ

 
Siteden yararlanırken gizlilik ilkelerini okumanızı tavsiye ederiz.
demokratmersin.com © Copyright 2007-2024 Tüm hakları saklıdır. İzinsiz ve kaynak gösterilemeden yayınlanamaz, kopyalanamaz, kullanılamaz.

URA MEDYA