Az, çok Osmanlı tarihiyle ilgilenenler bilir, bugünkü İstanbul Üniversitesinin
Beyazıt'taki merkez yerleşkesi “Osmanlı Harbiye Nezareti” idi. Avlusunda da adını ilk
müdüründen alan II. Abdülhamit, II. Meşrutiyet ve mütareke dönemlerinde yalnızca siyasi ve
askeri suçluların kapatıldığı ve tutuklamalarıyla ünlü Bekirağa Bölüğü vardı. Bekirağa
Bölüğü, 1870-1922 yılları arasında, yaklaşık yarım yüzyıl boyunca İstanbul'un korku
uyandıran bir tutukevi olmuştu. Türk siyasi yaşamı bakımından, Beyazıt Meydanı da bir o
kadar ünlüydü. Osmanlı’nın son dönemlerinde Cuma namazı sonrası rejime muhalif olanların
seslerini yükselttikleri Beyazıt Meydanında halkın karşı koyma refleksine karşı ibretlik
idamlar da burada yapılırdı. Örneğin; mütareke döneminde 10 Nisan 1919 günü bir akşamüstü
saat: 17.20’de, Nemrut Mustafa Paşa Divanında alel usul yargılanmış ve bu düzmece
mahkemenin usulsüz kararı ile Boğazlıyan Kaymakamı Mehmet Kemal Bey de Beyazıt
Meydanı’nda idam edilmişti. Onun aziz na’şına da İstanbul Üniversitesi öğrencileri sahip
çıkmıştı.
Cumhuriyetin ilanıyla birlikte “Beyazıt Meydanı”, sağlanan huzur nedeniyle adı
“Hürriyet Meydanı” olana kadar bu karşı koymacılık önemini yitirmişti, ta ki 1960 ihtilaline
kadar. Sözcüğü seçerek kullandım, 27 Mayıs 1960 Hareketi, bir askeri müdahale yâda bir
askeri darbe değil, mazlum insanların sesi bir ihtilaldi, o devri yaşayanlar tarafından bu
şekilde benimsenmişti. 27 Mayıs 1960 İhtilali ülke yönetiminin daha doğru bir deyişle
Silahsız Kuvvetlerin ülkeyi yönetemeyecek duruma gelmesinin ardından Türk Silahlı
Kuvvetleri tarafından ülke yönetimine el konulması ile gerçekleşmişti. Olaylar bir ay
öncesinden mazlum öğrenci ve halk tarafından meydanlara inmiş, 28 Nisan 1960 tarihinde
Beyazıt Meydanında başlayan olaylar bir gün sonra 29 Nisan’da Ankara’ya sirayet etmişti.
28 Nisan 1960 tarihinde Beyazıt'taki İstanbul Üniversitesi iç bahçesinde, öğrencilerin,
DP iktidarı aleyhine düzenlediği gösteriye polisin müdahale etmesi sonucu, Orman Fakültesi
öğrencisi Turan Emeksiz polis kurşunuyla vurulmuş ve hayatını kaybetmişti. İlginçtir, 53 yıl
sonra, 2013 yılı Mart ayında TBMM Darbeleri Araştırma Komisyonu Adli Tıp
raporunu açıklayarak Turan Emeksiz’in yüksekten atılan bir kurşunla öldüğünü,
cebinden de iki tiyatro bileti çıktığını açıklamıştı.
O tarihlerde bir Üniversite öğrencisi olan ağabeyim 30 Nisan 1960 tarihinde
Sultanahmet Meydanı’nda düzenlenen protesto gösterisinden sonra, kalabalık İstanbul
Valiliği’ne yürürken tankın üzerine çıkan, bu sırada dengesini yitirerek tank paletleri altında
kalarak hayatını kaybeden Hürriyet Şehidi Nedim Özpulat’ın şehadetini bir solukta anlatmıştı.
O tarihlerde açılan okullara da ismi verilen Nedim Özpulat’ın büstü İstanbul Lisesinin
bahçesindedir. Üniversite öğrencilerinin ölümüyle sonlanan olaylar, DP iktidarının sonunu
hızlandırmış, bir hafta sonra Ankara Kızılay'da “555 K”(5 Mayıs saat 5 Kızılay) gösterisi, 19
Mayıs'ta Kara Harp Okulu öğrencilerinin gösterisi ile birlikte, 27 Mayıs’ın yolu açılmıştı.
İlk kez bayrağa sarılı bir tabutu Ortaokul birinci sınıfta, 27 Mayıs’tan sonra
Haydarpaşa köprüsünün üzerinde görmüştüm. O da 28 Nisan 1960 tarihinde polis kurşunuyla
şehit edilen Turan Emeksiz'in bayrağa sarılı tabutu idi. O ne kalabalıktı, bugünkü gibi
anımsıyorum. İhtilalden sonra Hürriyet şehidi olarak Atatürk’ün yanı başına Anıtkabir
bahçesine gömülmek üzere trenle Haydarpaşa Garından gönderilmişti. Halk Hürriyet
Şehitlerine Anıtkabir’i layık görmüş, yönetim de bu fikri benimsemişti. 27 Mayıs’a giden
süreçte, olaylar devam ederken ilk defa bir 19 Mayıs töreni ileri bir tarihe ertelenmişti. Ama
27 Mayıs İhtilalinden sonra Haziran ayının sonlarına doğru DP iktidarı tarafından adı İnönü
Stadyumundan Mithatpaşa (şimdiki adı Beşiktaş Vodafone Arena) Stadyumuna çevrilen
Dolmabahçe ve Fenerbahçe statlarında yapılamayan 19 Mayıs törenleri büyük bir coşkuyla
yapılmıştı. İki törende de boy göstermiştim, o ne büyük bir mutluluktu. 37 yıllık genç Türkiye
Cumhuriyeti ve o günkü devrim anlayışı hiç “Gençlik ve Spor Bayramı”nı iptal edebilir
miydi? Her şey bir tarafa halk izin vermezdi.
Bilmem farkında mısınız, Kandiller, Ramazan ve Kurban bayramları kısaca dini olan
her şey hicri takvime göre yapılırken, III. Milenyumla birlikte ne hikmetse “Kutlu Doğum
Haftası” etkinlikleri miladi takvime göre yapılmaktadır. Art niyet aranmasın ama her nedense
son yıllarda 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramları "Kutlu Doğum”(Mevlid-i
Mukaddes) haftasına denk getirilip, etkinlikler 22 Nisan Cuma gününden itibaren okullarda
çocuklara “Mevlit Lokumu” dağıtılarak başlanılmaktadır. Peki, söylenilmiyor muydu doğum
günü kutlamak; Hristiyan geleneği diye? Mevlit Şekeri, lokumu dağıtmak ona dini bir veçhe
verdikten sonra kutlanabilir diyorsanız, ne âlâ.
Yani anlayacağımız, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı için kılınan
cenaze namazının ardından şimdilerde 19 Mayıs Atatürk'ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı
etkinlikleri de Mahalle Baskısı nedeniyle 29 Mayıs İstanbul’un Fethi Kutlamalarına yenilmek
üzeredir. Kabul edelim, İmam, tek başına mücadele eden Cumhuriyet Vaizi Öğretmeni ringin
dışına itmiştir. Anlaşılan budur, vesselam…