Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, develer tellal ve pireler hamal iken ve AK-ŞAKA ninesinin beşiğini tıngır mıngır sallar iken, uzak bir diyar da bir devlet varmış.
Bu devlet, kendi halinde yaşar gidermiş. Gerçi, geçim dertleri de hiç bitmez, halkın çoğu güneşle uyanır çalışmaya başlar, karanlık çökünceye kadar ancak karınlarını doyuracak bir kazançla hanelerine dönerlermiş.
Oldukça verimli doğal kaynakları varmış, var olmasına da, yönetimi ele geçirenler bunları yabancılara işlettirir ve halklarına bir dirhem bile koklatmazlarmış.
Tüm bu yaşam dertlerine karşın, o ülkenin halkı devletine saygılı ve itaatkârmış!
Üstelik bu ülkenin halkı törelere de hürmetkâr olup, ölenle ölecek şekilde de birbirine bağlı insancıklarmış.
O adını anımsamadığımız ülkenin bir de uzun yıllar boyu süre gelen iletişim yöntemi varmış. Bu iletişim aracı, meydana dikili bir kulenin üzerinde ki devasa çanlar imiş. Çanların sesi, ülkenin her köşesinden duyulacak kadar güçlü ve yankısı da uzaklara varacak kadar uzun süren, özel yapım çanlar imiş!
Bu çanlar, bir kez çalınca, halktan birisinin öldüğünü bildirirmiş.
Bu çanlar, iki kez çalınca, ülke eşrafından birisinin öldüğüne işaretmiş.
Bu çanlar, üç kez çalınca, devletin üst düzey bir yöneticisi öldü demekmiş.
Bu çanlar, eğer dört kez çalarsa, devletin başı, yani kral öldü anlamına gelirmiş.
Ülkenin sakin insanları da çan seslerine dikkat ederek kimin öldüğünü anlarlar ve hep birlikte meydana toplanarak ölen kişiyi uygun bir törenle uğurlarlarmış!
Günlerden bir gün, halkın çok sevdiği ve saydığı, doğruluktan asla şaşmamış, ülke aydını bir kişi muhafızlar tarafından sabahın köründe evinden alınarak mahkeme kurulan meydana getirilmiş. Tabii, ülke halkı da arkasında!
Yargıç, sevilen ve sayılan, doğruluğundan ve vatanseverliğinden hiç kimsenin kuşku duymadığı sanığa, ne ile suçlandığını söylemiş. Dürüst kimlikli kişiye yöneltilen suç ise şöyle açıklanmıştı savcı tarafından; yönetime ve özellikle krala yönetsel yanlışlarını açık sözlülükle söylemek, yani yönetime karşı bir tür itaatsizlik ve biat etmemek.
Bu suçlamayı duyanlar önce şaşırmışlar ve sonra da “Bu işte bir yanlışlık var. Yargıç nasılsa gerçeği ortaya çıkarır ve aydın yurttaşımızı serbest bırakır!” diye söyleşmişler.
Yargıç, sanık durumunda olan kişiye sormuş; “Bir diyeceğin var mı?”.
Sanık köşesinde duran kişi ise masum olduğunun bilinci ve vakarı içinde, mahkeme tarafından da aklanacağından emin olduğu için tek sözcükle yanıtlamış yargıcı; “Hayır!”.
Yargıç kararını açıklamış; “Sanık suçlu bulunmuş ve cezasını çekmek üzere cezaevine gönderilmesine karar verilmiştir!”.
Yargılamayı izleyenler şaşkınlık geçirmiş ve itirazları uğultular şeklinde yayılmış. Ama töreye olduğu kadar yasalara da saygılı olduklarından bir eyleme girişmeden, söylenerek meydanı boşaltmaya başlamışlar. Aralarında da konuşuyor, yargıcın yönetime ve özellikle de krala yakın olduğu için bu haksızlığa aracı olduğunu birbirlerine anlatıyorlarmış.
Derken…
Evet, derken çan bir kez çalmış. Meydanı henüz terk edenler acaba aramızdan kim vefat etti diye geriye dönmeye başlamışlar.
Çan iki kez çalınca, eşraftan birisi öldü herhalde diye adımlarını hızlandırmışlar.
Çan üç kez çalınca, karar vermişler töreye göre bir devlet adamı ölmüştür diyerek.
Çan dört kez çalınca da bunun kralın öldüğüne işaret olduğunu hepsi biliyormuş zaten.
Çan beşinci kez çalınca hepsi birden şaşırmışlar. Zira törelerinde çanın en fazla dört kez çalınacağı, bunun da kralın ölümü üzerine olacağını biliyorlarmış.
Ama beş kez çalınan çan, acaba ne anlama geliyor diye meydana dolarak, çanların olduğu kulenin etrafına kümelenmişler.
İçlerinden birisi, çanları çalan kişiye bakınca tanımış ve bağırmış; “Bu bizim yaşlı bilge!”
Sonra hep birlikte sormuşlar yaşlı bilgeye; “Kim öldü ki, bu kez çanları beş kez çaldırdın? Kraldan daha büyük kim var ki, beş kez çaldın?”
Yaşlı bilge, çan kulesinden seslenmiş aşağıya, halka doğru; “Adalet ve hukuk öldü!”.
Kıssadan hisse : “ Adalet mülkün temelidir!” ( Hz. Ömer )
Not: Bu yazımız, 26.03.2010 tarihinde yazılmış ve bu köşede yayınlanmıştı. İkinci kez yayınlandığı tarih ise 23.06.2011 olmuştu. Bir kez daha anımsanmasında sanki yarar varmış gibi düşündüğümden, tekrar dikkatinize sunmak istedim. Demek ki, yıllar boyu bir şeyler değişmemiş! (E.A.)
Erdal Akalın (18.06.2017)