Bizden önce ki kuşakların “hazan mevsimi” dedikleri sonbahar artık tüm ipuçları ile kendisini gösterdi.
Ha, hazan sözcüğü biliyorsunuz sonbahar anlamına gelen, ancak farsça kökenli bir kelimedir. Divan şairlerince kullanılır olduğundan da birçok şarkıya aracılık etmiştir. Örneğin; güftesi ve bestesi Şekip Ayhan Özışık’a ait olan nihavent şarkı, bu konuya en yakın ve anımsanır bir örnektir;
“Yine hazan mevsimi geldi / Yine yapraklar rüzgârların peşi sıra gidecek / Yine deli gönlüm, yine bu mevsimde/ Hicranını yalnız başına çekecek / Hüsranını yalnız çekecek”
Tece’nin kıyı şeridinde yürürken dün, ağaçların sararmaya başlamış ve kısmen rüzgârın etkisi ile dökülen yaprakları yola serpilmeye başlamıştı. Havanın eski kızgınlığını da unutmaya başlamış olmasını da hesaba katarak, sonbahara, pardon hazan mevsimine girdiğimize iyice ikna olmuştum. Ki, aklıma bu şarkı gelince de kendimce mırıldanarak kendi sonbaharımı kutsadım ilk kez bu yıl adına.
Sonbahar gelince yazlıkçılar dediğimiz site sakinleri terk eder kıyı boyu sitelerindeki evlerini. Bu nedenle bir sessizlik ve dinginlik çöker kumsala. Sanırım kumsalın bazen gözle tam görülemeyen minik canlıları da kendi dünyalarını hazırlarlar gelmekte olan kış adına. Örneğin; karıncalar gibi…
Deniz kenarı da oldukça tenhalaşmıştır bu dönemde. Dün böyle bir görüntü vardı denizin kıyıya yakın sularında. Birkaç bikinili hanım ve mayolu erkek dışında, diğer kalabalık grup belli ki Suriye kökenli sığınmacılardı. Onları ayırt etmek kolaydır. Delikanlı ve çocuk yaşta olanların haşema benzeri pantolon boyunda alt giysileri varken, elbiseleri ve hatta kara çarşafları ile suyun sığ kesiminde yüzme eğitimleri yapanlar ise sığınmacı kadınlardır.
Bikinili kadınların hemen yanında elbiselerini mayo niyetine olarak kullanan Suriyeli kadınları izlemek ilginç geliyor bana. Sanki sınırın bir yanında bizim kadınlarımız, öte yanında da sığınmacılar varmış gibi tezat görüntülere artık gözlerimiz de iyice alıştı.
Yürüyüş yolunda da çok az insan yürüyor artık. Zaten bu dönemi de kıyı sitelerinde geçirmek niyetinde olanların emekliler olduğunu anlıyorsunuz, yavaş yürümelerinden. Bir iki tane de elindeki bastonu ile akşam egzersizi yapmaya çalışan ve sağlıklarını koruma yürüyüşü yapanlarla yürüme yolunun dekoru tamamlanıyor.
Kıyıya konuşlanmış ve arkalarındaki sitelerin insanlarına hizmet veren derme çatma oturaklı ve sözüm ona adına gazino denen yerlerde de tek tük kalmış okey masalarının şakırtılarına kapılmış emekli yüzlerini görüyorsunuz. Bir kısmı ise sanki yaşamdan kalacak son günleri seyreder gibi denize dönük oturmuş halde ufuk çizgisine kaptırmışlar kendilerini.
Ufuk çizgisinde de az çok bir hareketlik var zaten. Yasakların kalkması ile denize açılan gırgır tekneleri ile trolcüler kol gezerek av arıyorlar. Geceleri de aynı teknelerin soluk ışıklarını izlemek mümkün, hem de sabaha kadar.
Benim günlük yürüyüş parkurum sona ererken, ikindinin rüzgârı da hızını arttırmaya başlıyor. Yele karşı hızlı yürümek akla ziyan olduğundan, adımlarımı ayarlamaya çalışıyorum. Bu arada dikkatimi verecek bir görüntü de kalmadığından kendimle konuşur gibi gene bir sonbahar şarkısı dolanıyor dilimde. Galiba merhum Yıldırım Gürses’in şarkısı idi bu;
“Düşen bir yaprak görürsen beni hatırla demiştin / Biliyorsun seni ben sonbaharda sevmiştim / Her sonbahar gelişinde sarı sarı yapraklarla kuru dallar arasında / Sen gelirsin aklıma.”
Artık aklınıza kim veya kimler gelirse, bunu sır olarak kendinize saklayın derim!
Kendime yeter oğlum AK-ŞAKA diyorum, gün kederlenme günü değil. Bak, gariban sığınmacılar bile şen şakraklar artık. Öyle ya, büyüyen savaş tehlikesi geçer gibi olduğundan eminim bir gün gelecek ve evimize döneceğiz diye seviniyorlar olsa gerek!
Savaş, hem de hazan mevsiminin şu ılıman havasında akla gelmemesi gereken bir felaket olurdu hepimiz için.
Aklıma gelen bir Alman atasözü var şimdi de. Sizinle paylaşmalıyım unutmadan;
“Büyük bir savaş ülkeler de üç ordu bırakır; sakatlar ordusu, yas tutanlar ordusu ve hırsızlar ordusu!”
Siz bu atasözünü okurken, bilesiniz ben artık dönüş yolundayım evime doğru; ömür biter, yol bitmez diye söylenerek!..
Erdal Akalın (23.9.2013)